Allah rahmet eylesin.

posted under by ocean
Savaş Dinçel'in tutamadığı söz
Sanat dünyasından bir usta daha göçüp gitti. Savaş Dinçel'e son filmini görmek nasip olmadı İç kanama geçiren Dinçel kaldırıldığı Memorial Hastanesi'nde yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamadı. 2.5 ay önce aort damarına stent takılan Savaş Dinçel önceki gece ’iç kanama’dan hayatını kaybetti. Operasyon sonrası oyunculuğa ara vermeyip sete koşan Dinçel’e son filmini görmek nasip olmadı
SANAT dünyasından bir usta daha göçüp gitti.... Önceki akşamdı... Savaş Dinçel ile eşi, yakın dostları Müjdat Gezen’in evine konuk olmuşlardı. Gezen ile Dinçel maç izliyor, eşleri yemek hazırlıyordu. Gezen, yarım asırlık dostunun fenalaştığını gördü bir an... Dinçel birden bire yere yığılmıştı, “Ölüyorum” diyordu.. Hemen ambulans çağırdı 48 yıllık dostu için... Sanatçı acilen hastaneye kaldırıldı. Ancak “Ekmek Teknesi”nin “Nusret Baba”sı için artık her şey çok geçti. Doktorlar her müdahaleyi yaptı ama sanatçı kurtarılamadı. Oysa 2.5 ay önce aort damarının yırtılması sonucu ameliyata alınan ve damarına 3 stent takılan Dinçel hayata yeniden “merhaba” demişti. 2.5 ay önceki operasyonu gerçekleştiren ünlü kalp cerrahı Bingür Sönmez, Dinçel’in ölümüyle ilgili şunları söyledi: “Ağır iç kanama nedeniyle hayatını kaybetti. Hastaneye getirildiğinde şoka girmişti. 1 saat boyunca ’geri getirme çalışması’ yaptık ancak olmadı. Ölümünün 2.5 ay önceki ameliyatla ilgisi yok. Ameliyattan sonra sigarayı bırakacağına söz vermişti ancak yapmadı.”

Savaş Dinçel ile yapılan söyleşi notları..
“İyi bir ressam olabilirdim”
42 yıldır şehir tiyatrolarında sahne alıyor. Bugüne kadar pek çok televizyon yapımında ve filmde oynadı, ancak rol aldığı tiyatro oyunlarının sayısını artık kendisi bile hatırlamıyor. Tiyatro, sahne ve perde, hayatının doğal atmosferi haline gelmiş. Oyunculukla yetinmeyen aktör, oyunlar yazıp yönetiyor. ‘Uçurtmanın kuyruğu’ adlı eseri üç ödül almasının yanı sıra, bu sene yazdığı bir oyunu sahnelenmiş bile. Bu arada mizahi bakış açısının bir kısmını yıllarca yaptığı karikatürleri ile ölümsüzleştirmiş. En çok ressamlık yönünü geliştirmek istediğini söylerken, “Tiyatroya gösterdiğim ilgiyi resim yapmaya gösterseydim, inanıyorum ki çok iyi bir ressam olabilirdim” diyor. Yeni evinin duvarlarını süsleyen tablolarına bakılırsa, pek de haksız sayılmaz. Hangi işe el atsa, onu sonuçlandırana dek, o işe sadık kalırmış ve başka işlerin müdahalesine izin vermezmiş. O kadar ki, 50 - 60 çift ayakkabıya sahip tiyatro üstadı, ayakkabılarını boyatmak için, bin bir zahmete katlanarak, hiç üşenmeden daha önce belirlediği hep aynı boyacıya götürürmüş. Hiç boş durmayan büyük aktör, ‘Çok orijinal bir oyun’ adlı eserinin birinci perdesini bitirmiş, ikinci perdesini şu sıralar yazmaya hazırlanıyor. Bu arada ‘Ekmek Teknesi’ devam ederken, üç yıldır şehir tiyatrosunda oynadığı ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ adlı oyunun daha ne kadar sahneleneceğinin de henüz belli olmadığını söylüyor. Bunlar yetmiyormuş gibi, Reşat Nuri Güntekin’in ‘Yaprak Dökümü’ adlı eserinin, Ekim ayında ‘perde’ demeye hazır olduğunu ve kendisinin ‘Ali Rıza bey’ olarak seyirci karşısına çıkacağını müjdeliyor. Delikanlılara taş çıkartan bir performansa sahip olan aktör, mesleği olan tiyatroyu şöyle tarif ediyor: “Ressam olsanız, yaptığınız resimler sizi her zaman anlatabilir, ancak tiyatro öyle nankör bir iştir ki, sahneden indiğinizde geride bir şey kalmıyor.” Ancak öyle bir sevgiymiş ki, tiyatronun hazzını yakalayınca, bu keyfi sonuna kadar yaşamak gerektiğine inanıyor. Küçükken ailesiyle seyretmeye gittiği tiyatrolarda kazandığı tiyatro sevgisi, İstanbul belediye konservatuarına başladığında tiyatro aşkına dönüşmüş. Hayatının en ilginç manzarasıyla, işte burada karşılaşmış. Konservatuara başladığı yıl, o kadar zevkli bir sınıf topluluğunda bulmuş ki kendini, bunu hala hayatının en ilginç durumu olarak görüyor. Bugün sıkı dostu olan Müjdat Gezen gibi, dostluklarının bir çoğu, o yıllara dayanıyormuş. Klasik müziği yine o yıllardan beri seven tiyatro üstadı, müziğe çok düşkün olmasına rağmen hiçbir müzik aleti çalamadığını söylüyor. Buna rağmen sadık ve çok iyi bir dinleyici olan Savaş Dinçel, müzikaller sahnelemiş. Ritimli müzikleri pek sevmiyor ama Beatles’den de vazgeçemiyor. Elbette nostalji olsun diye değil, daha iyisi henüz yapılamadığı içinmiş. Aktörün sevdiği kitapların başında polisiye romanlar geliyor. Son okuduğu Ahmet Ümit’in Kukla adlı eseri, Türkiye’de okunabilecek en iyi kitaplardan birisi olduğunu söylüyor. Ancak aktörün, Sait Faik’in eserlerine duyduğu hayranlığa bakacak olursak, ondan ilham aldığını da söylemek mümkün. Sempatik eşi Sumru hanım da sıkı bir kitap okuyucusu; “Kitap, deniz ve çikolata varsa, nerede olsa yaşarım” diyor. İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan ve Almanca dil dersi veren Sumru hanım, aynı zamanda Müjdat Gezen tiyatrosunda atölye çalışmasını yönetiyor. Kitap okuma alışkanlığı sayesinde ev, bir nevi kütüphane görünümü kazanmış. Eve bu kadar çok misafir ve kitap sığmaz olunca da, temmuz sıcağına aldırmadan daha büyük bir eve taşınmışlar. Salonda hemen göze çarpan çok renkli bir köşe var; ‘Ödül Köşesi’. Buradaki rafları boy boy ödüller ve plaketler süslüyor. Hemen bir adım ötede duran Şarlo’nun (Charlie Chapline) biblosunu gösteren üstad, “Dünyanın en büyük aktörü işte bu ve her oyuncuya örnek olduğuna inanıyorum” diyerek, ona saygısını dile getiriyor. Salonun duvarları boylu boyunca, yerden bel hizasına kadar, kitaplarla dolu raflarla döşenmiş. Taşınma faslında, eşinin kitaplara gösterdiği titizliğini övgüyle anlatıyor
………………………..
Dinamik yaşamını, spor yapar gibi günlük koşuşturmalara borçlu olduğunu söylüyor. Teknoloji ile arasının pek iyi olmadığını söylese de, eskiyi bugünle kıyaslarken, insana yönelik binlerce yeniliği ve kolaylığı görmek gerektiğini söylüyor. “Yaşanan streslerden şikayet etmeden önce, bugünün getirdiği kazanımları görmek gerek.” Tabi bu yüzden insanın hayatta zaman zaman acımasız tavırlarla karşılaşabileceğinden, dayanıklı olmak gerektiğini öğütlüyor.
Savaç Dinçel hakkında bilgi almak için..

NEDRET GÜVENÇ

posted under by ocean
5 Eylül 1930 yılında İzmir'de doğdu. İzmir'de öğrenimini tamamladıktan sonra Ankara Devlet Konservatuvarında şan ve piyano tahsili yaptı. O dönemde tiyatro oyuncusu olmaya karar verdi.

Sahneye ilk kez İzmir'de çıktı. İzmir Şehir Tiyatroları 1950 yılında kapatılınca ailesiyle birlikte İstanbul'a göç etti. 1950-51 sezonunda İstanbul Şehir Tiyatroları'na katıldı. 1959-60 yıllarında iki sezon boyunca Ankara Devlet Tiyatroları'na konuk oyuncu olarak davet edildi. Daha sonra yeniden İstanbul Şehir Tiyatrosu'na döndü. Bugüne kadar 200'den fazla tiyatro oyununda baş rol aldı ve pek çok ödül kazandı. 1974'te oyunculuğunun yanı sıra "En Büyük Kumar" oyununu sahneye koyarak, yönetmenliğe başladı. Daha sonra "Bernarda Alba'nın Evi'nin yönetmenliğini yaptı. Hayri Esen ve Murat Arıburnu ile evlenip ayrıldı. 1959'da İlhan İskender Armağanı'nı kazandı.

Oynadığı oyunların bazıları: Boş Beşik, Alcestis, Beyaz Güvercin, Cyrano de Bergerac, Rüya Gibi, Tartuffe, Therese Raquin, İhtiras Tramvayı, Hile ve Sevgi, Macbeth, Hırçın Kız, Günden Geceye, Aşk Mektupları...

Ödülleri:
Türk Film Dostlar Derneği Ödülü: Kanlı Para

Altın Portakal: Kötü Tohum

İlhan İskender Ödülü: Cyrano de Bergerac'daki Roxanne rolü ile

Kültür Bakanlığı Onur Ödülü: Günden Geceye

Avni Dilligil En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü: Günden Geceye ve Aşk Mektupları'ndaki rolleri ile iki kez

Schiller Madalyası: Hile ve Sevgi

Afife Jale En Başarılı Kadın Sanatçı Ödülü: Eskimeyen Oyun 1996-1997

GÜLEN VE AĞLAYAN YÜZLERE TİRATLAR(5)

posted under , by ocean

Oyunun Adı: Martı
Yazan: Anton Çehov
Çeviren: Nihal Yalaza TaluyNINA
- Bastığım toprağı mı öpüyordunuz? Vurmanız, öldürmeniz gerekirdi beni! (Masaya doğru eğilir.) O kadar yorgunum ki... Biraz dinlensem! Dinlenebilsem... (Başını kaldırır) Bir martıyım ben... Yo, değil... Aktrisim... Öyle değil mi? (Arkadina ile Trigorin'in dışarıda gülüşünü duyar. Silkinir, kulak kesilir. Sol kapıya koşarak anahtar deliğine gözünü yaklaştırır.) O da burada demek... İyi... Tiyatroya inanmıyordu; hayallerimle alay ederdi hep. Ona bakarak ben de inancımı yitirdim; maneviyatım kırıldı... Aşk üzüntüleri, kıskançlık da bir yandan... Yavrum için korkuyordum hep... Miskinleştim, küçüldüm, oyunum manasızlaştı... Sahnede düzgün yürüyemiyordum; ellerimi ne yapacağımı bilemiyor, sesimi idare edemiyordum. İnsan kötü oynadığını hissedince ne acı duyar, bilemezsiniz! Martıyım ben.. Yo... Değil de... Şey, siz o sıralar bir martı vurmuştunuz, hatırlar mısınız? Yaa!.. Böyle işte... Gelmiş bir adam, durup dururken, laf olsun diye, yok etmiş kuşcağızı... Tam küçük hikaye konusu...
Gene de söylemek istediğim bu değildi. (Alnını uğuşturur.) Ne diyordum?.. Evet, sahneden bahsediyordum. Şimdi öyle değilim artık: gerçek bir artist oldum. Şevkle, coşkunlukla oynuyorum. Kendimden geçiyorum sahnede... Oyunumu, herşeyimi gerçekten güzel, gerçekten değerli görüyorum artık. Buraya geleli beri her yanı dolaşıyorum. Hem yürüyor, hem düşünüyorum; ruhumun günden güne nasıl kuvvetlendiğini duyuyorum. Siz bir şey söyleyeyim mi Kostya, bizim işlerde, sahne olsun, yazı olsun, ün, yaldız, kurduğumuz hayaller değil, sabırlı olmak önemli; buna iyice inandım. Kaderine katlan, inancını yitirme... Şimdi acı duymuyorum artık, ödevimi düşündükçe hayattan korkmuyorum.

SEMA KILIÇSOKAN- "TAKSİ ŞOFÖRÜ"TİRADI

posted under by ocean
TAKSİ SOFÖRÜ _Selamun aleyküm Salih abi…
(Salih abisinin gösterdiği sandalyeye oturur.Ve sorulan soruyu cevaplamaya başlar)Sorma be abi aldılar,baba yadigarı 56 şavrole taksimi aldılar.Hayatı tanıdım ben onunla be abi..İnsanları tanıdım.Çekemediler, kıskandılar ve çekip aldılar.İstanbul’u tanıdım ben onunla..Kadıköy’ü, Üsküdar’ı, Beyoğlu’nu…Her yere geldi benimle, hiç yalnız bırakmadı.Hep derdimi dinledi hiç bıkmadı..Ara sıra hastalanırdı belki ama iyileşirdi hemen..Beni yarı yolda bırakmazdı.
Ne amcalar bindi de sesini çıkarmadan dertlerini dinledi.Onun sayesinde günde onlarca hatun tanıdım:) Her gün aşık oluyordum..Her ne kadar arada bir tökezlese de, yolun kenarında beni çağıran güzel hatunu almama engel olmazdı.

Baba yadigarıydı be abi..Yokuşları çıkamasa da.. Frenleri tutmasa da baba yadigarıydı..Ama gitti.Hayatımdaki tek varlıktı ama o da gitti.N'apalım kaderimizde yalnız yaşamak da varmış.. eyvallah…(gider)

OYUNCUNUN SORUMLULUĞU

posted under by ocean
Tiyatro profesyonel bir iştir. Madem ki gişe açıyoruz, seyirci verdiği paranın karşılığını almalı. Seyirci tiyatroya gelip yerine oturduktan sonra, salon ışıkları sönüp perde açılınca, artık bize ait demektir. Onunla aramızda duygusal bir akım başlar. Bu akım bizden ona, ondan bize gider gelir, gider gelir... Oyun boyunca rolümün gereği yaşadıklarımı onunla paylaşırım. Böylece o, giderek rahatlar ve oyunu sevmeye başlar; bu paylaşımdan hoşlanır. Kendinden memnun olur. Güler, ağlar, düşünür veya coşup alkışlar. Bu karşılıklı iletişim içinde seyirci - oyuncu beraberliği ve sevgisi oluşur. Böylece o, oyundaki karakterleri, oyunun niteliğini, niceliğini, oyunun mesajını, oyundaki tüm gelişmeleri ve oyunun içinde sergilenen olayları, anlar; tüm farklı gerçekleri izler ve sonunda kendi gerçeğine ulaşır. Bunu da bize, farklı reaksiyonlarla ifade eder. Biz onun sessiz kalarak dinlemesini, gerginliğini, rahatlamasını, sıkılınca öksürüp kıpırdanmasını ya da coşarak alkışlamasını dikkatle izleriz. Oyun boyunca seyirciyle kurulan bu karşılıklı iletişimi hep kollarız ve duygusal bir senkron tutturmaya çalışırız. Sonuçta, eğer birbirimizden memnun kalırsak, başarıyı 12'den vurduk demektir.
Seyirci tiyatrodan çıktıktan sonra eğer hâlâ oyunun etkisindeyse, mutlaka beraberinde birşeyler götürüyor demektir. Aslında -bilinç altı veya bilinç üstü- tiyatrodan çıkan herkes beraberinde birşeyler götürür; kişiliğine birşeyler ekler. Dünya görüşü daha bir aydınlanır. Yavaş yavaş, tiyatro alışkanlığı başlar. Kendisinde ya da çevresinde bulamadıklarını tiyatronun yardımıyla bulmayı sever; çünkü bunu eğlenerek yapar. İşte ben, ona bu bilinci vermekle sorumluyum.

Meslektaşlara karşı sorumluluklara gelince... Büyük Muhsin'in eski Dar-ül Bedai'den bu yana hiç unutulmayan bazı keskin ve katı ilkeleri vardır. Tiyatro kitapları yazar; burada onları tekrarlamama lüzum yok. Genelde hepsinin ortak anlamı "ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin" gerçeğine çıkar. Bu ilkeler, biz Şehir Tiyatrolular için Musa Peygamber'in 10 emri gibidir. Hepimiz çok iyi biliriz onları... Belki de bu yüzden, şu asırlık Dar-ül Bedai, içeriden ve dışarıdan gelen bunca çelme ve hıyanete rağmen, hâlâ ayakta ve perde açabiliyor. O halde, nur içinde yat, koca Muhsin!

O ilkelerden biri de -sanırım en önemlisi- bir yangınla kaybettiğimiz eski Dram Tiyatrosu'nun sahne içindeki yüksek duvarlardan birinde, herkesin kolayca görebileceği bir yükseklikte, kocaman siyah harflerle yazılıydı. O yazıyı ilk gördüğümde henüz 16 yaşındaydım ve okuyunca, olduğum yerde donakalmıştım: VAZİFENİ BİL BAŞKA ŞEYE KARIŞMA!

Kuşkusuz bu, oyuncu, yönetmen, yazar, teknisyen, asistan, butafor, kostümcü, kapıcı, büfeci, gişeci, programcı... herkes için geçerliydi. İşte bu genelge, bizim meslekte çok önemli bir ilkedir. Kişiye kendi sorumluluğunu ve tiyatroda iş bölümünün önemini anlatır. İşlerin hep birlikte ve sağlıklı yürütülmesini sağlar. Kargaşayı önler. Çünkü, her kafadan bir ses çıkarsa oyun curcunaya döner ve oyun, ölü doğar. Herkesin kendini kolaylıkla bir dahi sanabileceği şu heyecanlı ve ihtiraslı tiyatro ortamında böylesi katı tedbirler şarttır. İşte bu ilkeden yola çıkınca, herkes birbirine karşı olan sorumluluğunu mesleki bir sevgi, saygı ve terbiye içinde tanırsa, işler yolunda gider.

Kuşkusuz, birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan en önemli beklentim budur. Ayrıca ben, sahnede paylaşmayı severim. PAYLAŞMAK, en önemli sahne ilkelerinden biridir. Ancak paylaşırken de, karşımdakinden aynı şeyi beklerim. Eğer, boşu boşuna bekliyorsam, oyun mutlaka bir şekilde aksar.

Aslında, kusursuz uygulanırsa, en tutarlı sosyal adalet tiyatro salonlarında gerçekleşebilir. Oyun olsun, prova olsun çalışırken zaman hepimizindir (ve çok önemlidir; sonuna kadar değerlendirilmelidir). Seyirci, hepimizindir. Alkış, hepimizindir. Sahne üzerinde ya da gerisinde çalışmak, hiç farketmez. Bu paylaşım masa başı çalışmalarında başlar, gişeden büfeye, yer göstericiden yönetmene ve perdeyi açıp kapayan arkadaşa kadar herkesi kapsar. İşte bu paylaşma sorumluluğunu ben, seyirci dahil, birlikte çalıştığım herkesten beklerim.

Nedret Güvenç- DİNLE BENİ- işbankası yayınları

GÜLEN VE AĞLAYAN YÜZLERE TİRATLAR(4)

posted under , by ocean
Oyunu Adı: Güldürü Üstüne Aldatma Ya da Tam Tersi

Yazan: Ahmet Önel

DALGACI ; (Işıklar yandığında koltuğundadır. Elinde tenis raketi..) Ne çok şey anlatabilirim! Hoşsohbet biriyimdir aslında. Yine de, pek sevmezler beni. Nedense çekinirler. Huysuz herifin biri olduğum söylenir orda burda. Aldırmam. Her söylenen lafa kulak kabartırsanız işiniz iş demektir, yalan mı! Benim işim ise.. Size komik gelebilir belki ama, oyun oynarım ben. Sıkı bir oyuncuyumdur hani. Fazlasını sormayın, anlatmam. Bir işim daha vardır bu arada. Ona iş denir mi, bilmem ama.. (Kolundaki aleti gösterir.) Bunu saat sanırsanız aldanırsınız. Dünya nüfus göstergesidir bu. Şu an, evet şu an yeryüzünde kaç insan evladı var, anında söyleyebilirim. Tam tamına, altı milyar, yediyüz yirmi milyon üçyüz kırkaltı bin seksen dört kişi. Yemin ederim ki doğru! Eh, ne yapalım, herkesin bir merakı var işte. Ben sizin o minik içki şişelerini yan yana dizip de eşe dosta gösterip böbürlenmenize karışıyor muyum! Aslında itiraf etmek gerekirse, sorumluluk duygusu fazla olan biri değilim. Sorumluluk almaktan da ana değilim hani. Dalgacının biri olduğum bile söylenebilir canım! Bana kalsaydı ne o, ne bu, şair olmak isterdim! Çok ciddiyim. şiirler döktürseydim fena mı olurdu sanki! Ya da bir yazar olup öyküler kurmak! Bakın bu da fena değil.. Yeni yeni insanlar salardım yeryüzüne ve onlar birbirlerini didiklerlerken ben de bir köşeye çekilir ve keyifle izlerdim kurguladığım dünyayı. Olmadı işte! Ne yaparsınız, beni kurgulayan da böylesini uygun görmüş. Ancak hayatın kendine has kuralları var. Acımasız bir dünyayla burun buruna geliyoruz pencereyi araladığımızda. Üzümler kendiliğinden şaraba dönüşmüyor. Çaba gerekiyor çünkü. Sonuç olarak, şiiri çoktan bıraktım. Öyküye zaten başlamamıştım. Herkes gibi yaşamayı seçtim sizin anlayacağınız. Ayrıca bir yazar nedir ki! Eninde sonunda kendi gölgesiyle sohbet eden bir ademoğlu! Yalan mı?

Şimdiden kantarın topuzunu kaçırdım bile. Yazmak şart değil ya, bir öykü anlatacaktım size. Her ne kadar yazar olamadıysam da, bir yazarın öyküsünü aktaracaktım. Aldığı bir siparişin heyecanıyla soluğu kıyıkentteki bir motel odasında alan bir düş ustasının öyküsünü, evet! Eh, motel masrafını ödeyecek olan kendisi değil nasıl olsa! Motelin en güzel odasına yerleşmekten kim alıkoyabilir ki kendisini! Ne keyifli bir durum, öyle değil mi! Ancak şu üzümdeki çaba burada da gerekiyor. Sözcüklerden şarap yapmak kolay mı sanıyorsunuz yoksa? Felsefe paralayacak değilim. Yüzüme gözüme bulaştırmadan öyküyü anlatabileyim, yeter bana. Son olarak söyleyeceğim şu: Yazarlar yarattıkları aracılığıyla özlemlerini dile getirirler biraz da.. Maharet sözcüklerde sizin anlayacağınız. Ah sözcükler! O görünmez kanatlar.. O duyulmayan kanat çırpışları.. Kimi zaman da nasıl aldatır biz çaresiz insanları! Bütün bu söylediklerim gibi tıpkı. Yoksa siz.. deminden beri konuştuğumu mu sanıyorsunuz? (Yerinden doğrulur, raketi sallayarak çıkar.)

ROLE HAZIRLANMAK

posted under by ocean
Role hazırlanmak ..
Bir role hazırlanırken, ilk hedefim oyun yazarıdır. Onu iyice tanımaya bakarım. Onu yaşadığı çağın içinde değerlendirir, ancak günümüzün gerçekleriyle de karşılaştırıp bir senteze ulaşırım. Yapıtın evrensel olduğu nokta, budur. Yazarın oyunu, yazarlığının hangi döneminde yazdığı da önemlidir. Ayrıca, yazara bu oyunu yazdıran dürtüleri anlayabilmem için onun sosyal ve politik kişiliğini de bilmem gerekir. Oyunu defalarca okurum; araştırmalarım için notlar alırım. Oyundaki her karekterin ifade ettiği fikir çok önemlidir; onları iyice saptamak gerekir. Oyunun geçtiği dönemi ve ortamı tanımak için araştırma yapmak şarttır. Örneğin, "Danton'un Ölümü"ndeki rolümü (Lucille) gözü kapalı çalışmamak için tarih kitaplarından bütün bir Fransız ihtilalini, sebeplerini ve sonuçlarını okuyup, öğrenmem gerekmişti. Bu her oyun için geçerli. Böylece her oyun, oyuncu için ayrı bir eğitim süreci haline de gelebiliyor.

Zamanımı dengeleyebilmek için kendime mutlaka bir program yaparım. Okuma ve tahlil provalarından sonra hemen halledilmesi gereken ilk kaba çalışma, ezberdir. Bana verilen prova süresini asla ezber için harcamam. Ancak, kru kuruya ezber de sakıncalıdır. Provalar başlayınca herşey çok değişebilir. Bu konuda kısmen esnek olmakta yarar var.

Provalar boyunca, oynayacağım karekteri bütünlemeye ve yönetmenle yorum birliğine varmaya çalışırım. Çelişkilerin üzerine giderim. Bu arada, karşılıklı oynadığım arkadaşlarımla ortak bir uyum ve biçem elde etmeye çalışırım. Arayışlarım, yapabildiklerim ve yapmam gerekenlerin denetimi, gece gündüz, provalarda ve sonrasında hata uyurken bile bilinç altı sürer. Bu uğraş, kendime çizdiğim program içinde, oyun başlayıncaya kadar sürer.

Ancak, oyun başladıktan sonra herşey bitmez. Kuşkular, korkular, acabalar, seyirciyle birlikte gelen yeni durumların nedenleri, niçinleri hep devam eder. Hiçbir zaman, tam olarak emin olunmaz. İlk gün, oyunun ilk haftası, birinci ayın sonu... Tabii biliyorsunuz, bu arayışın sonu yoktur ve her zaman yapılmamış birşey bulmak mümkün. Ayrıca şunu da hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, her zaman sizden daha iyisini yapan biri mutlaka çıkacaktır.

Nedret Güvenç- DİNLE BENİ,işbankası yayınları

BİZ DAHA DURALIM!! UMURSAMAYALIM! ÇALIŞMAYALIM!!

posted under by ocean

Bu 'Hırsız', güldürürken düşündürüyor
Yönetmen Birgül Ulusoy, "Oyun, izleyenlere ayna tutuyor. Seyrederken, bu da varmış diyorsunuz." şeklinde konuşuyor.Fırat Kültür Merkezi Tiyatrosu'nun yeni oyunu Hırsız, 18 Kasım Pazar günü tiyatroseverlerle buluşacak. Gerçek bir hayat hikayesinden yola çıkılarak hazırlanan oyun, günahlarından pişman olan hırsızın Allah'ın merhametine sığınması ve samimi bir tövbenin etkileri gibi incelikli konuları ele alıyor.

Fırat Kültür Merkezi (FKM) Tiyatrosu, yeni sezona 'Hırsız' adlı yeni bir oyunla giriyor. Daha önce Tuna Boyu, Hacata ve O'nu Beklerken adlı oyunlarla tiyatroseverlerle buluşan FKM Tiyatrosu, bu kez Hırsız'la perde diyor. Gerçek bir hayat hikâyesinden yola çıkılarak hazırlanan oyunun galası pazar akşamı yapıldı. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak'ın onur konuğu olduğu galaya katılan davetliler, yüzlerinde gülümseme, akıllarının bir köşesinde de derin düşüncelerle ayrıldılar salondan. Tokak'ın, "Diğer oyunlara haksızlık olmasın, ama bu oyun FKM'nin en güzel oyunuydu." görüşüne davetliler alkışlarla cevap verdi. Güldürürken inceden inceye de düşündüren Hırsız, 18 Kasım Pazar günü tiyatroseverlerle buluşacak. Yönetmenliğini Birgül Ulusoy'un üstlendiği oyun, sezon boyunca hafta sonları Çemberlitaş'taki FKM'de sahnelenecek, hafta içlerinde ise yurtiçi ve yurtdışı turnelere çıkacak. Oyun; toplumun suçlulara bakışı, günahlarından pişman olan bir insanın Allah'ın merhametine sığınması, samimi bir tövbenin etkileri gibi incelikli konuları ele alıyor. İki perdelik bir komedi olarak seyirci karşısına çıkan Hırsız'da FKM'nin farklı üslubu yine kendisini hissettiriyor.
Konusu gerçek hayattan alınma
Hırsız'ın sahne çalışmaları mayıs ayında başlamış. Fakat yazım aşaması çok daha uzun sürmüş. Oyunun konusu gerçek hayattan alınmış. Genç yazarlar M. Alp Arslan, Erdem Baki ve Remzi Çetintürk, hikâyenin gerçek kahramanını defalarca ziyaret ettikten sonra oyunu kaleme almış. Hırsız'ın konusu kısaca şöyle: Hırsızlık mesleğinde kariyer yapan Selim ve Nihat, bunu kolay para kazanmanın bir yolu olarak görmekte ve hiç yakalanmamış olmalarıyla övünmektedir. Fakat bir akşam küçük bir dikkatsizlik sonucu yakalanıp hapse atılırlar. Selim, burada Muhittin Bey'le tanışır. Derin bir iç muhasebeye dalar ve kendisi ile peşinden sürüklediği arkadaşı için bir kurtuluş yolu aramaya başlar. Gördüğü bir rüyada bunun işaretleri vardır. Ama nasıl olacaktır? İşte böyle bir anda, Muhittin Bey, vicdan azabından kurtulmasını sağlayacak reçeteyi sunar. Selim ve Nihat hapisten çıkınca çaldıklarını teker teker geri verip insanlardan helallik diler. Bazen dramatik, bazen komik olaylarla karşılaşırlar. Karşılaştıkları her olayda yaşamanın büyük bir sorumluluk olduğunu anlarlar. Affedilme ümitlerinin tükendiği bir zamanda ise onları sürpriz bir gelişme bekler.
Toplumumuzun kanayan bir yarasına parmak basan oyun, hırsızlığın insanların hayatlarında nasıl tamir edilmez yaralar açtığını irdeliyor. Yönetmen Birgül Ulusoy, çalmanın kötülüğü ve insanların hayatlarındaki deformasyon üzerine içsel bir yolculuğu anlatmaya çalıştıklarını söylüyor. Bu anlatım, izleyiciyi çoğu zaman gülücüklere boğan durum komedileriyle gerçekleştiriliyor. Oyunun mesajı da aslında bu durum komedilerinin içinde saklı. İşlenen suç ne olursa olsun 'Allah'ın rahmetine ümitle sarılanlar mutlaka affa kavuşur' teması oyunda incelikle işleniyor. Bu konuda referans alınan Zümer Sûresi'ndeki, "De ki: Ey (bütün kötülükleri yaparak) kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah (cc) bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, ziyade esirgeyendir". ayeti oyun içinde iki kez tekrarlanıyor. Oyunun izleyenlere ayna tuttuğunu söyleyen Ulusoy, "Bu bir ayna aslında, hayatın bir yansıması. Bunu anlatırken eğleniyorsunuz. Bu da varmış diyorsunuz." diyor.
Oyunun derininde ince mesajlar var
Yazarların oyunu yazarken durum komedilerini ön plana çıkarmaya çalıştığını söyleyen Birgül Ulusoy, kendilerinin de reji anlamında bunu desteklediklerini ifade ediyor: "Olabildiğince komedi öğelerini kullandık, ama ince ince mesajları da serpiştirdik. Hayat bize her an her şeyi getirebilir. Önemli olan karşına çıkanı nasıl değerlendireceğindir. Başların ayak, ayakların baş olduğu bir çağdayız. Oyunda bunları irdeledik. Verilmesi gerekenler tatlı tatlı veriliyor. Bu oyunda güzel bir emek var, seyirciler sevecekler."
FKM Tiyatrosu'nun önceki sezonda sahneye koyduğu Tuna Boyu, Hacata ile O'nu Beklerken bu sezonda gösterilmeye devam ediyor. O'nu Beklerken ve Tuna Boyu cumartesi günleri, Hacata da pazar günleri Fırat Kültür Merkezi'nde izlenebilir. (Bilgi için tel: 0212 517 46 97)
Ali Pektaş / İstanbul
13 Kasım 2007, Salı http://www.zaman.com.tr/..

US-LULAAAAAR DUYDUK DUYMADIK DEMEYİİİİNN!

posted under by ocean
OYUNUMUZ ARALIK'IN 2.YAHUT 3.PAZAR GÜNÜ
SAHNELENİCEKTİİİİR İNŞ.HAZIR OLUN, GARDINIZI
ALIIIIIIN!

STANISLAVSKİ - DOĞAL OYUNCULUK TEMRİNLERİ

posted under by ocean

KARAKTER NEDİR? ÜZERİNE BİR KONUŞULMALI VE DÜŞÜNÜLMELİ!

Temrin ne mi demek us-lu? Ara-bul:)

SOKAK SATICISI NAMI DİĞER KEMERALTI TEMRİNİ:İki sokak satıcın çıkıp mallarını satmaya başlarlar. Malını satabilen kalır diğeri iner ve yerine başkası geçer. Satıcının malı satıp satamadığı; mekanı kullanımına, yaratıcılığına, sesini kullanımına ve yarattığı satıcı tiplemesine bakılarak belirlenir. İki satıcı direkt olarak değil sadece mallarını satış biçimleriyle iletişim kurabilir.


DAĞ KULÜBESİ: On kişilik bir turist kafilesi dağda tipiye yakalanarak bir kulübeye sığınırlar. Bulundukları yeri bilen tek kişi olan rehber, kulübeye ulaşmaya çalışırken bacağını kırar ve baygın durumdadır. Şimdi buradan nasıl kurtulacaklardır? Oyunculardan mekan tanımlaması, nesne kullanımı, iletişim, sahne kullanımı, ses kullanımı, diksiyon ve karakter yaratımı beklenir.


GÖÇMEN TEMRİNİ: Ülkelerindeki savaştan kaçan bir göçmen grubu tırın arkasına geçen uzun bir yolculuktan sonra nihayet kaçmayı başarırlar. Tırın şoförü onlar uyurken bırakıp gider. Sabah uyanıp tırdan çıktıklarında kendilerini yemyeşil bir ovada bulurlar. Ama hala kendi ülkelerinde olduklarını anladıklarında bakalım ne yaparlar. Oyunculardan duygu geçişi, mekan tanımlaması, sahne kullanımı, ses kullanımı, karakter yaratımı, nesne kullanımı beklenir.


CAM SİLEN KADIN: İşlek bir caddedeki apartmanda Temizlikçi kadın 5. Katta çam silmektedir. Aşağıda geçenlerden biri kadının düşmek üzere olduğunu görüp seslenir. Caddedeki diğer insanlarında durum ilgisini çeker kadına seslerini duyurmaya çalışırlar ama kadın onları duyamaz ve pencereden düşer. Aşağıdakilerin durumu ne olur. Oyunculardan sahne kullanımı, kadını fark edişleri, karakter yada tip yaratımları, ses kullanımı, mekan tanımlaması ve nesne kullanımı beklenir.


MEMUR TEMRİNİ: Bir büroda biri çok fakir üç memur çalışmaktadır. Fakir olan memur, içlerinden birine aşıktır. Aşkını söyleyemediği gibi durumundan da rahatsızlık duymaktadır. Arkadaşları öğle yemeğine çıkarken o hep bir bahane bulup büroda kalır evden getirdiği yemeğini sakladığı yerden çıkarıp yer. Gene böyle bir günde arkadaşlarının gittiğinden emin olunca yemeğini yemeğe başlar. O sırada kapı açılır ve sevdiği insan içeriye girer. Ne yaparlar? Oyuncudan; mekan tanımlaması, karakter yaratması, nesne kullanımı, ses kullanımı, sahnede birbirini izleme, zamanlama, iletişim kurma beklenir.


KAFE TEMRİNİ: Sahnede bir kafe mekanı yaratılır. Kafenin bir garsonu, sahibi vardır. Temrin sabah kafenin açılp hazırlanmasıyla başlar. Sonra sırasıyla bir çift, üç erkek arkadaş ve üç kız kardeş gelir. Kardeşlerden biri yaşça onlardan büyük ve korumacıdır. Kız kardeşlerden biriyle erkeklerden birinin arasındaki paslaşmayı ablanın fark etmesiyle işler karışır; kafe sahibi ve garson erkekleri kafeden atar, kızlar gider. Bu arada çiftte kavga edip ayrılarak kafeyi terk eder. Tamamen tempoya yönelik bir çalışma olduğu için karakterlerin özellikleri önceden çalıştırıcıyla beraber oyuncularla belirlenir. Ama çalışmanın yerine ulaşması için sahneler duygularıyla tam olarak oynanmalıdır. Özellikle sahnenin teknik kurallarının tam uygulanması gerekir. Sahne tekniğinin üzerine tempo eklenecektir. Kronometreyle saat tutulur zaman belirlenir bu arada çalıştırıcılardan biri replikleri not almalıdır. Temrinin tekrarında değişecek tek şey temponun hızlanmasıdır. Aynı replikler kullanılacaktır.


TAVLAMA TEMRİNİ: Bir parkta banklarda kızlar oturmaktadır. O sırada bir erkek gelip onlardan birini tavlamaya çalışır. Eğer kızlardan birini tavlarsa tavlanan kız onunla gider ve yerine başkası geçer. Oyuncudan beklenen birer karakter yaratması, nesne kullanımı, mekan tanımlaması, yaratıcılıktır.


TREN TEMRİNİ: Sıradan bir tren istasyonu. Başka bir şehre giden çocuklarını uğurlamaya giden bir aile. Tren gelir, diğer yolcularla beraber çocukta trene biner vedalaşırlar. Aile tren gardan çıkana kadar ardından bakar sonra onlarda yola koyulurlar. Henüz tren gardan yeni çıkmıştır ki büyük bir patlama duyulur. Ailemiz ve gardakiler şimdi ne yapacaklardır? Trenin patlama zamanı çalıştırıcı tarafından belirlenir. Oyunculardan mekan tanımlaması ve sahne kullanımı, karakter yaratımı ve diğer karakterlerle iletişimi, bir istasyonu yaratan öğelerin gösterimi ve kullanımı, ses kullanımı, sahne üzerinin birbirini izlemesi ve ortak bir yaratıma ulaşma, izlenebilirlik beklenir. Çalıştırıcı, temrine başlanmadan önce oyuncularla ‘bir tren garı’ üzerine konuşması; nasıl olduğu? Neler bulunduğu? Vb şeyler ortak bir yaratım için yardımcı olacaktır.


TREN İSTASYONU TEMRİNİ: Bir tren istasyonu. Bekleyen insanlar, satıcılar, kalkış görevlileri, gişe memurları vb kişiler. On yada on beş kişilik bir gruptan oluşmalıdır tüm bunlar. Sırayla sahnede yerlerini alırlar bu sırada temrin başlamıştır. İstasyonda olağan bir gün yaşanmaktadır. Derken biri gülmeye başlar diğerleri de birer ikişer ona eklenir. Gülme sonunda bir kahkaha krizine dönüşür. Gülmeye kimin başlayacağı önceden belirlenmemelidir. Oyuculardan bir karakter yaratımının, mekanı tanımlamanın, sahneyi ve sesi kullanmanın dışında özellikle bir birlerini takip etmeleri, zamanlamayı ayarlamaları ve sonunda ortak bir eylemde birleşmeleri beklenir.


DIRDIRCI KADIN: On yıllık evli bir çift. Kadın, her gece masayı hazırlayıp kocasının eve dönüşünü bekler. Adamsa devlet memurudur ve saat ayarı gibidir. Kadın daha adam eve adımını atar atmaz dırdıra başlar. Masaya otururlar ama kadın susmak bilmez. Tam on yıldır da hiç susmamıştır zaten. Ama adam daha fazla dayanamaz ve kadını masadaki bir şeyle öldürür. Oyunculardan sahne kullanımı, mekan tanımlaması, ses kullanımı, yaratıcılık beklenir.


VEZNEDAR TEMRİNİ: Bir veznedar, karısı yeni doğmuş çocuğu ve karısının zeka özürlü kardeşiyle aynı evde oturmaktadır. Zeka özürlü kardeş yüzünden evde huzursuzluk yaşanmaktadır. Veznedar, evlendiklerinden beri kendileriyle yaşayan kardeşi sevmemekte onunla aynı evde olmaktan rahatsızlık duymaktadır. Çocuğun doğmasıyla bu iyice artar. Bir gece veznedar eve ilk defa ilk defa iş getirir. Ama aynı gece karısıyla çocuğu yıkamak için anlaşmışlardır. Veznedar yorgun argın eve gelir karısı onu karşılar. Biraz oturup konuştuktan sonra veznedar çantasını açıp işe koyulur. Kadın bebeğin banyosunu hazırlayıp kocasına seslenir. Veznedar birkaç dakika sonra karısının yanına gider. Masanın üzerindeki paralar kardeşin çok ilgisini çekmiştir. Onları alıp oynarken bir kaçını soba –şöminede olabilir. – ya atar. Yanışından çok hoşlanmıştır diğerlerini de atıp eğlenirken veznedar içeri girer. Durumu görür kardeşin üzerine yürür ve ona vurur. Kardeş düşer ve ölür. Gürültüyü duyan kadın içeri koşar ve kardeşini görür. Ne olduğunu anlamaya çalışırken aklına içerde bıraktığı bebeği gelir. İçeri gider ama çocuk ölmüştür. Temrin sahneler halinde düşünülebilir. Kadın-bebek-kardeş, kadın-bebek-kardeş-veznedar, veznedar-kardeş, kardeş ve eş zamanlı olarak veznedar-kadın-bebek, veznedar-kardeş ve sonra kadın, kadın-bebek-veznedar. Oyunculardan beklenen bu sahnelerin sahne kuralları içinde oynamasıdır. Ses kullanımı, mekan tanımlaması, sahne duruşları ve kullanımı, birbirini izleme, karakter yaratımı, zamanlama, tempo gibi o zamana kadar üzerinde durulan her şeyin uygulanması beklenir.


HASTANE TEMRİNİ: Yıllardır birbirini görmeyen üç kardeş annelerinin hastaneye kaldırılması üzerini hastanede yeniden bir araya gelirler. Kardeşlerden biri bu yıllar boyunca annesine bakmıştır. Annelerinin durumu hakkında bilgi beklerken eski defterler açılır. Hesaplaşmalar başlar. Bu sırada doktor gelir ve annelerinin öldüğü haberini verir. Oyunculardan tüm sahne kurallarına uygulamaları beklenir.

EMİNE KILIÇSOKAN - “ELENİ- YORGO” TİRADI

posted under by ocean
ELENİ_(Bir bankta oturan Eleni seyircilere derdini anlatmaya başlar)Gitti vire bırakıp gitti beni.Ciğerim yanıyor.Gitme diyorum beni dinlemiyor.Ah vire ah Yorgo.Ah ciğerimu…(Yorgonun savaşa gittiği günü hatırlar ve dalar)
-(kapı çalar)Hoş geldin!!Yemeği hazırladım.(sofraya doğru gider heyecanla tabakları hazırlarken)Hayret ilk kez bana haber vermeden geciktin vire her zaman bi işin olduğunda gecikeceğini söylerdin.(Yorgonun hiç konuşmadığını anlayan Eleni)Neyin var kuzum bişey mi oldu niçin konuşmuyorsun.(yorgo susar gözlerinden akan yaşlarla Eleniyi izler)Yorgo ne oldu niçin ağlıyorsun!(yorgo susar)Yorgo neler oluyor niçin susuyorsun!Ah kale yoksa gemi gelmedi mi?(yorgo susmaya devam eder hiç bişi söylemez sadece ona uzun uzun bakar)Yorgo bişeyler söyle neler oluyor???(Yorgo savaş çıktığını ve kendisininde savaşa çağrıldığını ve hemen gitmesi gerektiğini tüm eli silah tutabilen gençlerin savaşa çağrıldığını ve trenin hemen şimdi kendisini götüreceğini anlatır)(Eleni susar sadece onu izler şaşkındır)Neler söylüyorsun Yorgo savaş mı,gitmek mi?şakamı yapıyorsun ciğerimu.Ahh neler söylüyorsun.Hayır hayır şaka yapıyorsun.(Bu arada Yorgo hızla odasına bavulunu hazırlamaya gider Eleni de onun peşinden)Hayır Yorgo gidemezsin bırak o bavulu.(Yorgo hızla elinden bavulu alır)Eleni tekrar çeker hayır Yorgo gidemezsin başka insan mı yok beni bırakamazsın kale yıllarca birbirimizi bekleyip tam kavuşmuşken seni ellerimle ölüme teslim edemem.Ah vire anlamıyorsun öleceksin bir daha gelmeyeceksin.(bunları söylerken bir yandanda yorgonun etrafında onu durdurmaya çalışır ama nafile yorgo ona son bir kez bakar ve gider)-(kapıda dizleri üstüne çöker ve arkasından bakar)Ah ciğerimu gitme ne olur gitme ne olur!!!
(Tekrar ilk daldığı ana döner.Seyircilere=)-Bırakıpta gittin diye,Sana sitem edememki!!!

GÜLEN VE AĞLAYAN YÜZLERE (3)

posted under , by ocean

Oyunu Adı: Vanya Dayı
Yazan: Anton Çehov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

SONYA - Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! (Bir sessizlik) Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günlet, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz... Ve Tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz... İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum... (Voynitski'nin önünde diz çöker ve başını onun avuçlarına koyar. Yorgun bir sesle tekrar eder.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşayış gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna. (Dayısının gözyaşlarını mendiliyle kurular.) Zavallı, zavallı Vanya Dayı, ağlıyorsun... (Gözyaşları arasından) Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya Dayı, bekle... Dinleneceğiz.... (Kucaklar onu.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz!

Oyunun adı: Bir Evlenme
Oyunun yazarı: Gogol

AGAFYA TIHONOVNA -Aman yarabbim... Karar vermek ne güç şeymiş... Bir kişi, iki kişi olsa ne ise... Ama dört kişi... Gel de birini seç. Nikanor İvanoviç biraz zayıf ama hiç de fena değil. İvan Kuzmiç de fena değil. Açık konuşmak gerekirse, İvan Pavloviç de biraz şişman ama, pekala gösterişli bir erkek. Söyleyin bana ne yapayım? Baltazar Baltazaroviç de değerli bir adam. Ah ne zor şey bu karar vermek... Anlatamam, anlatamam. Nikonor İvanoviç'in dudaklarını, İvan Kuzmiç'in burnunu alsak... Baltazar Baltazaroviç'in de halini tavrını... Bunun üzerine de İvan Pavloviç'in gösterişini katsak o zaman seçmek kolay olurdu. Oysa şimdi düşün, düşün... Vallahi başıma ağrılar girdi. Bence en iyisi ad çekmek. İşi kısmete bırakmalı. Kim çıkarsa kocam o olour. Adlarını birer kağıda yazarım. Sonra kağıtları kaparım. Kısmetim kimse belli olur. (Masaya yaklaşır. Kağıtla makas alır. Kağıtları keser, katlar, bunları yaparken de konuşur.) Ah şu kızlar ne talihsiz... Hele aşık olan kızlar... Erkekler bunu kabul etmezler, anlamak da istemezler. Ne ise, hepsi hazır. Bunları çantamın içine koyayım. Gözlerimi kapayıp çekeyim. Ne olursa olsun. (Kağıtları çantaya koyar. Eliyle karıştırır.) Ah, içime bir korku geldi. Allah vere de Nikonor İvanoviç çıksa; ama ne diye o olsun... İvan Kuzmiç daha iyi. Peki, İvan Kuzmiç de neden? Ötekilerin ne kusuru var? Hayır, istemem. Kim çıkarsa o olsun. (Eliyle kağıtları karıştırır ve çantadan yalnız birini değil, hepsini birden çıkarır.) A... hepsi birden çıktı. Kalbim çarpıyor... Olmaz, olmaz. Yalnız bir tane çekmek lazım. (Kağıtları gene çantasına koyar, karıştırır. Bu sırada Koçkarev girer. Yavaşça ilerleyerek arkasına gelir.) Ah Baltazar Balta... yok canım, Nikonor İvanoviç çıksa.. Hayır, hayır, istemiyorum. Kısmetim ne ise o çıksın.

SEVİNÇ ERBULAK

posted under by ocean
20.10.1975 İstanbul doğumlu.İstanbul ünversitesi klasik bale bölümü'nün ardından,Müzdat gezen Saant Merkezi Tiyatro Bölümünü bitirdi.1992-1993 sezonundan bu yana Şehir Tiyatroları'nda oyuncu olarak görev yapmakta.. Şehir Tiyatroları dışında çeşitli TV dizileri ve özel tiyatro deneyimleri de oldu. Levent Kırca Oya Başar Tiyatrosu'nda "Sefiller" müzikali ve Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları'nda "Kelebekler Özgürdür" oyununda rol aldı. Red Kit isimli çocuk oyununa kareografi yaptı. 21. İstanbul Kitap Fuarı'nda ilk öykü kitabı "Gözünü Kırpma, Düşerim" ile yer aldı. "Derya Gülü" oyunundaki Meryem rolüyle Avni Dilligil en iyi kadın oyuncu ve "Kelebek Özgürdür" deki Jale rolüyle de Vasfi Rıza Zobu Gençlik ödüllerinin sahibi oldu.

Süper Baba dizisindeki rolüyle dikkatleri çeken ikinci kuşak Erbulak, kendisini sahne sanatlarının dışında düşünemediğini belirtirken, "soyadıyla ünlendi" söylentilerine gülüp geçiyor
10 yıl önce kaybettiğimiz tiyatrocu ve karikatürist Altan Erbulak ile Füsun Erbulak'ın kızı Sevinç Erbulak, şöhret basamaklarını yavaş yavaş çıkıyor Sevilen dizi "Süper Baba"da Fiko'nun inatçı, bildiğinden şaşmayan müzik delisi kızı "Zeynep"i büyük bir başarıyla canlandıran Erbulak, tiyatroyla küçük yaşta tanıştığını söylüyor. 11 yaşında babası Altan Erbulak'la aynı sahneyi paylaşan Sevinç Erbulak, "Kendini hiçbir zaman sahne sanatlarının dışında düşünmedim" diyor.
Erbulak, tiyatro yaşamında Hadi Çaman'ın "Kırmızı Başlıklı Kız"da canlandırdığı rolle yepyeni bir sayfanın açıldığını, bu roldeki başarısının kendisini Şehir Tiyatrolarına taşıdığını vurguluyor. Halen Şehir Tiyatroları'nın "Soytarılar Okulu" oyununda rol alan Erbulak, bale eğitiminden sonra tiyatro eğitimini de bu yıl başarıyla bitirmeyi planlıyor.
Erbulak, tanınmasını sağlayan "Süper Baba" dizisinin kadrosuna, oyunculardan birinin ayrılmasıyla katıldığını, "Soyadı sayesinde meşhur oldu" diyenlere, "Ben kendimi biliyorum. Bu söylentilere de aldırmıyorum" diyerek yanıt veriyor.
Okul, dizi çekimleri, oyun provalarıyla oldukça yoğun bir iş temposu içinde olan Erbulak, vakit buldukça, sinema ve tiyatro üzerine kitap okuyor, tiyatro ve sinemaya gidiyor. Hayvanları çok sevdiğini söyleyen Erbulak'ın vazgeçemediği tek şey kedileri. Evinde tam altı kedi besleyen genç oyuncu, "Onlarsız bir yaşam düşünemiyorum" diyor.

---“Çalışmadığınız zamanlarda yapmaktan keyif aldığınız şeyler nelerdir?
Oyun seyrediyorum, oynanan bütün oyunları çok merak ediyorum. Dostlarımla vakit geçiririm. İsimin dışındaki hayatım benim için çok önemlidir, ertelediğim her şeyi biraraya getirmeye çalışırım. Ender de olsa spora gidiyorum.
Bugüne kadar oyunculukta yaşadığınız ve unutamadığınız bir anınızı bizlerle paylaşır mısınız?
O kadar çok ki... Aşk-ı Memnu’da partnerim Ayhan Kavas, dakikalarca elindeki cipsi çıtırdatan bir seyirciye sonunda dönüp, "Şunu çıtırdatmayı keser misiniz?" demiş ve hemen ardından, "Pardon Sevinçciğim nerede kalmıştık?" diye sormuştu. Hem çok gülmüş hem de çok şaşırmıştım haliyle… Ne zaman seyircilerden biri uzun sureli çıtırdasa hep Ayhan’ı hatırlarım ben.
Yazarlık çalışmalarınız nasıl gidiyor? Ufukta yeni kitap var mı?
Tiyatro sezonu bu sene benim için çok yoğun. Aslında bu soruya, "Evet bir şeyler yazıyorum, bakalım satırlar nereye gidecek" diyebilmeyi çok isterdim ama şu sıralar ancak iyi bir okur olduğumu söyleyebilirim. Ama ileride bir çocuk kitabı yazmak istiyorum. Hayalim "büyümesini durdurabilmiş çocuklara bir masal kitabı" armağan etmek.…
En sevdiğiniz yazarlar…?
En sevdiğim yazarlar Murathan Mungan, Herman Hesse, Paul Auster, Özen Yula, Elif Şafak, Oscar Wilde, Oscar Wilde ve Oscar Wilde…
Yoğun çalışma temposunda strese karşı neler yapıyorsunuz?
Müzik dinliyorum. Her zaman, her koşulda, sabah uyandığımda bile kendime sevdiğim şarkıları armağan ediyorum. Spor yaptığımda dinlenmiş hissediyorum. Kedilerimle ilgilenmek de beni dinlendiriyor, stres atmama yardımcı oluyor…
Vakit geçirmekten hoşlandığınız özel mekanlar var mı? Dışarı çıktığınızda nerelere gidersiniz?
Dışarıya çıktığımda genellikle sevdiğim mekanlarda yemek yemeye giderim. Bu mekanların sayısı 3’ü geçmiyordur herhalde. Çok nadir olarak gece çıkıyorum, iki ayda bir desem yalan olmaz. Geceleri dışarıya çıkıyorsam mutlaka bir kutlamaya gidiyorumdur. Mesela en son kendi yaş günümü kutlamak için dışarıdaydım."---

KURS GÜNLÜĞÜ

posted under by ocean
27.10.2007 (12.HAFTA)

12 Hafta deyince insana uzun zamanmış gibi geliyor, ama sadece 3 aydan ibaret. Isınma işi uzayınca tüm arkadaşlarımızın gelişiyle başlamış olduk derse. Baktığımızda yapılabilecek çok şey var gerçekten, her hafta yapılması gerektiğini düşündüğüm ve sığdıramadığım. Hem saatler geri alınınca daha da daralan saatlere sıkıştırılacak çalışmalar.
Beyin jimnastiğine devam edelim demiştik bir kere, baştan aldık bu yüzden. Sonra gelmeyenler ya da yetişemeyenler için kaçırılmış bir alıştırma olmasın diye yeniledik, durakladık, ipucu verdik.. Ve hatta kimileri ipin ucunu kaçırıp gönderdi arkadaşına, böylece ne ip kaldı elde ne meyve.
Diksiyonda şimdiye değin tekerleme düellosuyla ilerlemiştik. Lakin artikülasyon (boğumlama) problemleri bizi harfleri tek tek irdelemeye yöneltti. Sesli harflerin bir kısmını nasıl çıkardığımızı anlamaya çalıştık. İlerleyen haftalarda sessiz harfleri de işleyip tümünü tamamlayacağız inşallah.
Bu arada yazdıklarımızı kurstaki öğrencilerimizden okuyanlar olursa şunu belirtmek istiyorum, eğer bir probleminiz varsa boğumlama açısından lütfen üstüne gidin düzeltmek için, tekrarlayın, doğru olana kulağınızı alıştırın ve günlük konuşmalarınızda da tonlamalarınıza dikkat edin.
Her hafta olduğu gibi bir doğaçlama çalışması gerçekleştirdik. “Soru hangi meslektensiniz?”di. İsmini zikretmeden mesleği anlatmaya çalıştılar. Doğaçlamalarda dahi olmasını dilediğimiz giriş gelişme sonuç bölümlerine pek azında rastlayabildik.
İşte en çok anlaşılması çözülmesi gereken konulardan biri daha, duygular.. Bir karakter canlandırılırken derinine indiğimiz ayrıntılar. Hepimizde mevcut niceleri de biz birine takılıp tüm ömrümüzü yiyebiliyoruz. Ya da bir tanım getireyim derken bir duyguya tüm duyguların içini boşaltabiliyor ve hayatımızı yavanca tanımlanmış duygularla devam ettirebiliyoruz, kimbilir? Nihayetinde önemi büyük. Tekrar görüyoruz ki duygularla da epey işimiz var..

YABAN ORMANI

posted under by ocean


19. yy. Klasik Rus Tiyatrosunun bir örneği ve Çehov’un da etkisinde kaldığı A.Ostrovski’nin şen ve dramatik sahnelerin birbirini kovaladığı bir komedyası. Gölgeli, entrikacı bir menfaat ormanında malını mülkünü satıp genç aşığına yediren bir dul, aşk acısı çeken gençler, aç gözlü köylüler ve başarısız taşra oyuncuları bir yaban ormanı düzeninde bir araya geliyorlar.Oyun, insanın para karşısındaki güçsüzlüğünün ve maskaralığının traji – komik hikayesini anlatıyor.
Alexandere OSTROVSKİ’nin yazdığı M.Sait KILIÇCI’nın çevirisini yaptığı Engin Gürmen’in yönettiği YABAN ORMANI oyunun dekor- kostüm tasarımı Ayşen AKTENGİZ BAYRAŞLI, ışık tasarımı Murat ÖZDEMİR, efekt tasarımı Ersin Aşar imzasını taşıyor. Oyunda; Ahmet UZ, Mehmet GÜRHAN, Kubilay PENBEKLİOĞLU, Ç.Defne GÜRMEN, A.Gökmen ALTUĞ, Elçin ALTINDAĞ, Candan SABUNCU, Nevzat ÇANKARA, İbrahim GÜNDOĞAN, U.Arda AYDIN ve Murat GARİBAĞAOĞLU rol alıyor.
ELEŞTİRİ:ZEYNEP AKSOY
'Yaban Ormanı', 19. yüzyıl Rusyası'nın önemli dram yazarlarından, Stanislavski'nin hocası, yaşadığı dönem boyunca 50'den fazla oyun yazmış Alexander Nikolayeviç Ostrovski'nin. Rusya'da çok sık sahnelenen bir yazar olmasına rağmen ülkesinin dışında çok tanınmıyor. Oyunlarında yozlaşmış ve yağmacı olarak gösterdiği yeni zengin orta sınıfı eleştirdiği için ilk oyunları Rusya'da da yasaklanmıştı. Ostrovski, 'Yaban Ormanı'nı 1870'de, serflerin (derebeylik köleleri) özgürleşmesinden dokuz yıl sonra yazdı. Toprak sahibiyle köylünün yasal durumunu bir gecede değiştiren bu durum, önyargıları ve davranış kalıplarını aşmaya yetmemişti. 'Yaban Ormanı'nda bazıları artık zengin olan serflerle, onların eski efendileri, zor durumdaki eski soyluların arasındaki zor ilişki ve para hırsı oyunun belkemiğini oluşturuyor. Orta yaşlı dul Raissa Pavlovna (Candan Sabuncu), yanında yaşayan fakir akrabası genç kız Aksioucha'nın (Ç. Defne Gürmen) başlık parasını çıkarmak için kayın, gürgen gibi ormanlıklardan oluşan arazisinin bir bölümünü odun tüccarlığı yaparak zenginleşmiş köylü Ivan Vosmibratov'a (Ahmet Uz) satmakta ve bu arada kazıklanmaktadır. Kızı, yakışıklılığı dışında hiçbir özelliği olmayan genç Alexsi'yle (Ali Gökmen Altuğ) nişanlamıştır, fakat Alexi'ye aslında kendisi âşıktır. Aksioucha da keresteci köylünün oğlu Piort'a (U. Arda Aydın) âşıktır ve Alexi'yi istemez. Köylü babanınsa sağlam bir başlık parası almadan oğlunu evlendirmeye niyeti yoktur. Raissa'nın yeğeni taşra aktörü Guennadi (Mehmet Gürhan) ve arkadaşı taşra aktörü Arkadi (Murat Garibağaoğlu) beş parasız malikaneye gelirler. Guennadi bir soylu kılığına girer, arkadaşını da hizmetkârı yapar. İki aktör malikanedeki işlerin gidişatını karıştırır ve para hırsından gözleri dönmüş insanları kendilerine getirirler. Tiyatro aşkı uğruna memuriyet görevini bırakan Ostrovski, oyunculara çok önem verir ve onları çok severdi. Çehov'un 'Vişne Bahçesi'nin komik versiyonu olarak tanımlanabilecek 'Yaban Ormanı'nda da, çıkarlarını düşünmeyen, idealist ve çok boyutlu çizilmiş, en sevimli karakterler, iki oyuncu. Şehir Tiyatroları'nın prodüksiyonunda stilize tarzlarıyla Guannadi'yi bizde de bulunan ve artık modası geçmiş, kallavi "büyük dram oyuncusu" tiplemesiyle dalgasını geçerek canlandıran Mehmet Gürhan ve Arkadi'yi soytarıyla, commedia dell'arte karakterleri soslu, son derece dinamik ve başarılı canlandıran Murat Garibağaoğlu oyunun lokomotifleri. Candan Sabuncu da Raissa Pavlovna karakteriyle hem çok iyi örtüşüyor hem de kadının tuhaflığıyla komikliğini çok iyi veriyor. Kastın performanslarıyla ön plana çıkan diğer oyuncuları Uşak Karp rolünde Atacan Arseven ve kahya kadın Oulita rolünde Elçin Altındağ. Engin Gürmen 'Yaban Ormanı'nı sade, 19. yüzyıl geleneksel Rus Tiyatrosu ekolüne bağlı kalan bir yaklaşımla sahneye taşıyor. Oyunun tamamı Pavlovna'nın ağaçlarla çevrelenmiş malikanesinin verandasında geçiyor (dekor tasarım Ayşen Aktengiz Bayraşlı). Dekorda Çehov oyunlarından tanıdık, tipik bir Rus soylusu yaşam alanı ortamı yaratılmış. Yine Ayşen Aktengiz Bayraşlı'ya ait kostüm tasarımları özellikle Raissa Pavlovna ve taşralı oyuncu karakterlerden Arkadi özellerinde çok başarılı, hareketli, yaratıcı. Yumuşak sarıların ve mavilerin hakimiyetindeki ışık tasarımı (Murat İşçi) iddiasız, dengeli ve yumuşak. 'Yaban Ormanı'nda tek rahatsızlık veren ve genel konseptin etkisini düşüren öğe, müzik. Klasik bestecilerin (Mozart'ın 'Sihirli Flüt'ünden bir arya, Strauss'un 'Mavi Tuna'sı gibi) çok bilinen ve ne oyunla ne de dönemle örtüşen parçaları tuhaf aranjmanlarla ve belli bir mantık çizgisi izlemeden çok sık, çok fazla kullanılmış. Rahatsız eden hem müziğin aşırı kullanımı hem de seçilen parçaların çok popüler eserlerden oluşması. Bunun dışında 'Yaban Ormanı' sahneye doğru taşınmış bir eser ve 19. yüzyıl edebiyatı Gogol-Turgenyev dönemi Rus tiyatrosunu deneyimlemek için iyi bir fırsat sunuyor.(http://www.radikal.com.tr/ alınmıştır)

NEFES VE TEKNİKLERİ

posted under by ocean
Nefes İyi şarkı söyleyebilmek ve iyi konuşabilmek için, her şeyden önce doğru nefes alıp vermesini öğrenmek gerekir. Şarkı söyleyen kişi, ciğerlerine en çok hava dolduracak şekilde nefes almalıdır...


Nefes ve Teknikleri
Ses Sanatçılarında Ses Bozukluklarının Nedeni
Aşağıdaki şekil üzerindeki sayıların her biri, ayrı bir nefes türünü göstermektedir.
Şekil l'de 1 sayısı ile gösterilen nefes, akciğerlerin eşit bir biçimde havayla dolmasıdır. Bu nefes bizi rahat hale getirmediği, yumuşak ve kaynaşan bir sesin oluşumuna elverişli olmadığı için şarkı söylerken kullanamayız.
Şekil 2'de 2 sayısı ile gösterilen omuz ve göğüs nefesidir. (Jimnastik nefesi) Bu nefes, havanın daha çok ciğerlerin üst yarısında toplananıdır. Bu tür nefes, bilindiği gibi beden eğitimi çalışmalarında kullanılan nefestir. Kalbe daha fazla yük Olduğu ve göğüs boşluğundaki rezonansı önlediği için şarkı söylemeye fazla elverişli değildir.. Havayı, kalbi sıkıştıracak şekilde ve hançeresinin pek yakınına topladığı için yorucu ve tehlikeli bir nefes alış şeklidir. Ayrıca bu nefesle alınan hava, diğer nefes alış şekillerine göre, ciğerlere dolan havadan daha azdır.
Şekil 3'de gösterilen nefes diyafram nefesidir. İşte bu nefes şarkı nefesidir. Çiçek koklar gibi, havayı ciğerlerimizin en derin köşelerine doldurmaya çalışırken, karnımızı dışarı doğru itersek diyafram nefesini elde ederiz. Nefes verirken de, karnımızı hafıfçe içeri doğru çekerek, diyaframımızı çalıştırrnış oluruz.
Doğru diyafram neresi almak için, önce burnumuzdan nefes almalıyız. Diyafram nefesi, yatmakta olan bir insanın doğal nefes alış biçimidir. Sırt üstü yatarken, elimizi karnımızın üzerine koyarsak, bu hareketi rahatlıkla izleyebiliriz. Yatarken çok doğal olan bu nefes, ayakta iken zorlukla ve belirli bir teknikle elde edilir. Bir şarkıcı için diyafram nefesi çok önemlidir.

Diyafram nefesinde, diyafram kubbelenip düzlcşerek, havayı düzeni bir şekilde boşaltır. Bu ritmik hareketi kontrol etmek için, ayakta bir elin avucunu göğsün üst kısmına, diğerini de alt tarafına dayamalıdır. Böylece, diyafram bölgesindeki avucun, hava basıncı ile dışarı doğru itildiği hissedilmelidir.. Bir çiçeği koklarken, hayret ve korku anında, yatarken alınan nefes, doğal diyafram nefesidir. Diyafram nefesi alınırken omuzlar yukarı kaldırılmamalı ve göğüste gözle görülür bir hareket olmamalıdır.
Diyafram nefesi, daha çok akciğerlerin alt yarısında toplanan ve ciğer uçlarına kadar inerek diyaframla ilişki kuran nefestir. Bu nefes, ses eğitimine en uygun olan nefestir.Diyafram nefesinde hava, diyafram ve ses organının güç birliği şarkı söylememizi kolaylaştırır. Diyafram nefesi, diğer nefeslere oranla, kalbimize fazla yük olmaz. Diyafram nefesi, şarkı söylemek için gerekli olan daha geç, daha düzenli ve istenen basınçta nefes boşaltmaya çok elverişlidir. Bu nefes göğüs boşluğu rezonansını kısıtlamaz
Nefes egzersizleri başlangıçta baş dönmesi ve yorgunluk yapabilir. Bunda çekinilecek bir şey yoktur. Fazla oksijen almak, insanda sersemlik yapar. Nefes alma- verme süreci sona erdiği zaman, çok kısa bir an bütün kasları gevşeterek , daha verimli yeni bir nefese hazırlanılmalıdır.
Şarkı söylerken, gereğinden fazla hava vermek, sesin hışırtılı ve havalı çıkmasına neden olur. Her ses içiıı, gerektiği kadar hava harcanmalıdır. Fazla hava kullanmak yüzünden, ses tellerinin kasılmaları ile ses tizleşmeleri ve ses kısılmaları meydana gelir. Bunun için başlangıçta, doğru nefes alma, ölçülü verme ve zamanında gevşemeleri iyi öğrenmek için yaptığı çalışmalar bir şarkıcıyı amacına daha çabuk ulaştırır. Şarkı söylerken, müzik cümlelerinin durumuna göre denetimle veya kaçamak nefes alınır.
A) DENETİMLİ NEFES: Yavaş, uzun, geniş ve yeterince alınmalıdır. Gereğinden fazla nefes almak ses tellerini sıkıştırır. Denetimli nefes hem ağız hem de burundan alınabilir.
B) KAÇAMAK NEFES: Çabuk, kısa, geniş ve yeterince alınmalıdır. Kaçamak nefes sadece ağızdan alınır. Bu nefes. gülme, korkma gibi durumlarda karın duvarının kasılması ile oluşur
Nefes Çalışmaları
1- Çiçek koklar gibi nefes almak ve alınan nefesi F veya S konsonu (sessiz harfi) ile boşaltmak. Bu çalışmada çiçek koklar gibi alınan nefes tıslar gibi düzenli bir biçimde boşaltılmalıdır.
2- Alınan bir tek nefesin, kesik kesik boşaltılması.Bu çalışma nefesin, diyafrarnla sıkı bir şekilde işbirliği yapmasına yardımcı olacak ve nefes basıncını arttıracaktır. Alınmış bir tek nefes S konsonu kullanılarak kesik kesik verilirken ikinci bir nefes alınmamalıdır. Kesik nefes çalışmalarına, eğiticinin sayacağı her sayıya karşı bir kesik nefes istenmesiyle başlanmalıdır.
Başlangıçta 5 kesik nefes, birinci yıl çalışmaları sonunda en çok 30 kesik nefese kadar çıkarılmalıdır.. Nefes çalışmalarında kalbimiz, normal nefese oranla daha büyük bir yük altındadır. Tutularak boşaltılan bir nefes esnasında, kalbimizin daha kuvvetli ve sık çarptığını hissederiz. Bu yüzden, bütün nefes çalışmalarının, kalbe fazla yüklenmeden dengeli ve makul sürelerde uygulanması gerekir.
3- Kesik ve uzun nefes çalışmaları bir arada yapılmalıdır.
4- Kuvvetli, hafif, kesik ve uzun nefes çalışmaları. Bu çalışmaların amacı kesik ve uzun nefes çalışmalarına kuvvetli ve hafif nefesleri de katarak nüans yapılmasını sağlamaktır.
5- Büyüyen ve küçülen, kesik ve uzun nefes çalışmaları. Bu çalışmaların amacı, diyafram gücünü ve nefes basıncını arttırmaktır.
Olcay Kolçak,Ses Eğitimi ve Şarkı Sanatı(http://www.emreyucelen.com alınmıştır.)

KURS GÜNLÜĞÜ

posted under by ocean

20.10.2007 (11.HAFTA)


Gittik geldik dolandık, nihayet durduk blogspotta ve bu nedenle biraz aksattık günlüğümüzü..
Malum her ders yeni şeyler ekleniyor bilgi dağarcıklarına, dışardan gelen bilgiler ya da öğrencilerin kendilerinde gerçekleştiği keşifler sonucunda. Amaaa bedenler ham, ruhlar da taze olunca ikisi birden ağrılarla boğuşabiliyor da. Yani yapılan her şeyin bir külfeti var.
Önce ısındılar arkadaşlarımız, biraz uzandılar sonra diyaframlarını dalgalandırdılar. Yalnız sıcacık olmamışlar mı ne, ellerinde görünmeyen çubuklarla yaptıkları beden akışında epey zorlandılar.. Dizleri titİredi. Ritm, gerçekten mühim. Hımmm bu sayede vermem gereken bir ödev aklıma geldi. Yani aslında bu bedenin zamana, akla uygun akışını sağlamak her oyunda her rolde gereken bir şey.. Nasıl ahlak, terbiye vazgeçilmez şeylerse ruh eğitimi için, özellikle tiyatroda, bedenin eğitilmesine ihtiyaç var.

İkinci tirad ödevinden kalan oyunlarını bitirdiler arkadaşlarımız, her şey iyi, güzel.. Eleştiriler devam ediyor ama hep aynı sorunlar da süregeliyor. Acaba arkadaşlar bu eleştirileri ciddiye alıyor mu merak ediyorum? Yok alıyorlarsa neden ben göremiyorum? Eleştirileri rahat dinlemek güzeldir, rahatlık sayesinde tahlil edebilir insan kendini, ama “söyleyin söyleyin siz, ben sallamıyorum, bakın diğer kulağımdan çıktı bile” tarzını yansıtmamalı elbet bu rahatlık.. Bu dipnottur Us-lulara..

Her ders en az bir kez doğaçlama yapmamız çok önemli, bu haftaki doğaçlamamız bir nesnenin farklı şekillerde kulanımıydı.. Nedense, anlaşılmakta zorlandı, ben de bu alıştırmanın anlaşılmayışını anlamakta zorlandım. 1-2 sn. sürenler de oldu 15-20 sn sürenler de. Güzel işte bir şeyi bu kadar kısa sürede anlatabiliriz. Ama benim aklıma bir şey takılıyor bitirip kaçıveriyorlar sanki sahneden arkadaşlarımız, beraberce konuşuruz bununla ilgili derslerimizde inş.

Az kalsın unutuyordum, bir de beyin jimnastiği yaptık, eğlenceliydi. Şimdi arkadaşlarımız kafalarında 30 u aşkın meyve ismiyle dolaşmaktalar yanlışım yoksa, haftaya KALDIĞIMIZ YERDEN devam ederiz inş.

NEJAT UYGUR

posted under by ocean



1927'de Kilis'te doğdu. 1938 yılında daha ilkokul öğrencisiyken tiyatroya başladı. 1949 yılında Nejat Uygur tiyatrosunu kurdu. Amatör ve profesyonel olarak 60 yıldan uzun süredir tiyatro yapın Nejat Uygur'un 50'den fazla ödülü var. 2 kez ABD, 4 kez Avrupa ve 35 yıla yakın da Anadolu turnesi yaptı.
HAKKINDA YAZILANLAR
Nejat Uygur 78 yaşına bastı(www.internethaber.com )10 Ağustos 2005 Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği 3. Kadıköy Tiyatro Festivali’nde sevilen oyunu Cibali Karakolu’nu sahneye koyan Uygur’a Kadıköy Belediyesi sürpriz yaparak doğum günü pastası hazırladı.78.yaşını seyircileriyle birlikte kutlayan Uygur’a Kadıköy Belediye Başkan Vekili Gürsel Tekin, çiçek, sahne arkadaşları ise “kavuk” hediye etti. 62 Yıldır sahnede olduğunu ve yaşıyla övündüğünü kaydeden Uygur, “Yaşımı ispat edercesine çalışıyorum. Ölümden değil ama Azrail’den korkuyorum” dedi. Uygur şunları söyledi: “Ben kahkaha ile doyuyor, alkışla yaşıyorum. Yüce Allahım onları benden esirgediği anda şoka girerim. Halk çok mühim. Sevdi mi tam seviyor, kolay kolay bırakmıyor. Onların sevgisi bana yetiyor. Büyüğü, küçüğü herkes beni Nejat Abi, Nejat baba diye çağırıyor. Bazı arkadaşlarım çok seviliyorum diye beni kıskanıyor. Turnelerle yaşımı hesaplıyorum. Şimdi Nasrettin Hoca Avrupa Birliği’nde adlı bir oyun yazıyorum. Bu oyunu da sahneye koyacağım. Bundan sonra ne olur ne olmaz bilemiyorum. İzmir de bir mezartaşı yaptırmıştım, çalındı. Üzerinde Hastayım, hastayım dedim kimse inanmadı yazıyordu. O çalındı.”Arkadaşlarının kendisine kavuk hediye etmesi ile ilgili düşüncelerini de söyleyen Uygur, şunları söyledi:“Biraz da bizi atışa getirdiler. Aslında Ferhan Şensoy’u çok severim. Kavuğun sahibi Ferhan da olabilir başkası da. Ama bir keresinde İsmail Dümbüllü benim Ayar Hamza adlı oyunumu izlemeye gelmişti. Oyun sonunda Nejat, eğer seni Münir’den önce seyretseydim kavuğu sana verirdim dedi. Bu olayı Dümbüllü’nün kızları, torunları da bilir.”Uygur, oyunlarını izleyen ve kendisini seven bazı ünlü kişilere isimler taktığını da söyleyerek “Başbakan’a sabırtaşı, Maliye Bakanı’na kerpeten diyorum. Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk de seçimi hep aldığı, onu kimse yıkamadığı için Beton Başkan adını taktım” dedi.

AĞLAYAN VE GÜLEN YÜZLERE(2)

posted under by ocean

SERSEM KOCANIN KURNAZ KARISI-HALDUN TANER
(Oyunun sonundaki tirad)
Zaten aktör dediğin nedir ki ?

Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz, bu hoş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerin de soluk birer hayal olur kalırız.Görorum hepiniz gardropa koşmaya hazırlanoorsunuz. Birazdan teatro bom boş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünki Satenik’ in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuş ile Virjinya ‘ nın bir diyaloğu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır…

İşte bu hatıralar, o sesizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler.

Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimizde kalmadı. Ama repliklerimiz, fısıldaşır dururlar sabaha kadar.

Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. PERDE……


KADINCIKLAR-TUNCER CÜCENOĞLU

PARLAK_ Şimdi, Abdullahcığım.. İlk filmimi çevirmekteyim.. Cüneyt ağbi başrolde.. Kız da Türkan Sultan.. Cüneyt ağbi gariban, bizim gibi.. Türkan Sultan varlıklı bir ................. Cüneyt ağbi de yoksul bir ................ Aşk ferman dinler mi, bi görüşte vuruluyor Cüneyt ağbimize.. Buluşacaklar.. Türkan Sultan arabasıyla, yoksul delikanlı Cüneyt ağbimizin beklediği Sarıyer sırtlarına gelmektedir.. Cüneyt ağbi uzaktan arabayı tanıyor.. "Sultan, Sultaaaan" diye koşarken, aniden bir kamyon.. (Müzik sesi yapar) altına alıyor Cüneyt ağbiyi.. Kör oluyor kör.. Artık o, kör bir kemancıdır!.. Ona acıma, gözleri açılacak sonunda.. Bana acı asıl.. Dublör benim!.. Kamyon bana çarpıyor, Cüneyt ağbi yatıyor.. Sahneyi yeniden çekiyorlar, kamyon bana çarpıyor, Cüneyt yatıyor.. Beğenmiyorlar yeniden çekiyorlar, kamyon yine bana çarpıyor.. Cüneyt yatıyor!.. Türkan'ın sevgisi sahte değildir.. Babasının karşı koymalarına rağmen, Cüneyt'in çalıştığı, kör keman çalıp arabesk söylediği meyhaneye gelmektedir, her gece. Buraya dikkat.. Yeşilçam'da bir kahve vardır, siz görmediniz oraları.. O kahvede bizim figüran takımı bekler.. (Duygulanır..) Bir rol verilir umudu ile beklerler.. (Yeniden neşeli.) İşte o kahvede, günlerdir bir rol verilir umuduyla bekliyoruz.. Bir minibüse doldurdular hepimizi.. Yallah Sarıyer sırtlarındayız.. İşte o meyhanedeki içki içenleri oynayacağız.. Hani dedim ki, madem içki içenleri oynayacağız, filme uygun olarak sosyal gerçekçi olsun, baştan bir iki kadeh atalım.. Tam bizim sahne geldi ki hepimiz zom, aynen.. O Memduh olacak bağırdı!.. Recisör.. "Ben sizden meyhanede içer gibi yapacak adamlar istedim.. Bunlarla olmaz.." Ben de vallaha da billaha da sırf latife olsun diye, kolumla da destekleyerek "Yeşilçam'da ayık adam bulursun!." demiş bulundum. Birden, başta Memduh ağbi olmak üzere, setçisi, ışıkçısı, kameramanı ve hatta Cüneyt'in üstüme doğru geldiklerini gördüm.. Fatma abla var ya, o da çekimi seyrediyormuş, ayakkabıyı çıkarttığı gibi yallah üstüme!. Yer misin yemez misin? Hani, Cüneyt karateci ya, kolumu kırmaya çalışıyor, Fatma topuklusuyla başıma, hele o Türkan yok mu, bi de hanımefendi derler, ........................vuruyor tekmeyi.. Memduh ağbi desen, durmadan kafa atıyor!.. Tam bayılıyordum ki Memduh'un şunu söylediğini duydum: "Bu ......!" Yani beni! "Bu delikanlıyı, en seri vasıtayla İstanbul il sınırları dışına çıkartın, bu yaştan sonra hapishanelere giremem!" Gözümü açtığımda burdaydım, Ankara'daydım.

16.10.2007

posted under by ocean

CAN ATEŞİNDE KANATLAR

posted under by ocean
(us-lularla seyrimiz hürmetine tekrar;14.10.2007,15:00)


İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın sezonda seyirciyle buluşturduğu ve Mevlana’nın hayatından hareketle Turgay Nar’ın yazdığı “Can Ateşinde Kanatlar – Mevlana” adlı oyun…
Can Ateşinde Kanatlar, Şems-i Tebrizi’nin şüpheli kayboluşunun ardından Mevlana’nın bu “ezeli” dostunu arayışını konu alıyor. Dağınık haldeki mitos parçalarını ve tarihsel karakterleri evrensel bir tema etrafında bir araya getiren Turgay Nar, Mevlana’nın yolculuğu ile Simurg’a ulaşmak isteyen otuz kuşun yolculuğu arasında bir paralellik kurguluyor.Mevlana’nın yolu uzun ve menzili uzaktır. İnsan ömrünün engebelerine eşdeğer merdiven basamakları olan vadileri geçmek zorundadır. Mevlana, çile vadilerini aşarak sürdürdüğü yolculuğunda Hallac-ı Mansur, Derviş, Ömer Hayyam, Feridüddin Attar, Zümrüdüanka, Zerdüşt, Hititli Yontucu, Yunus Emre, Menocchio, Can Kıyıcı ve Seyyid Nesimi ile karşılaşır. Mevlana onlarla birlikte sıfatların sırrını çözüp varlık perdelerini aralamaya çalışır.S.Bora Seçkin, Yiğit Sertdemir’in rol aldığı oyunun dekor tasarımı M. Nurullah Tuncer’e, kostüm tasarımı Tomris Kuzu, ışık tasarımı Mahmut Özdemir, efekt tasarımı Esrin Aşar ve dramaturgisi Gökhan Aktemur’a ait.

Ümraniye Haldun Alagaş Sahnesi Ekim Ayı Oyunları

posted under by ocean

Ümraniye Sahnesi
13 Ekim Cumartesi

15:00
DİVANE AĞAÇ (YUNUS EMRE)

20:30
DİVANE AĞAÇ (YUNUS EMRE)

14 Ekim Pazar

15:00
DİVANE AĞAÇ (YUNUS EMRE)
-------------------

17 Ekim Çarşamba
15:00
KİM KİMİ KİMLE
20:30
KİM KİMİ KİMLE

18 Ekim Perşembe
20:30
KİM KİMİ KİMLE

19 Ekim Cuma
20:30
KİM KİMİ KİMLE

20 Ekim Cumartesi
15:00
KİM KİMİ KİMLE
20:30
KİM KİMİ KİMLE

NE DİYORSUUUN DEVAM EDİYOR

posted under by ocean


DÜŞÜNÜYORUM!!


SEN?


Bir dekor olsaydınız, hangi oyunda ne olmak isterdiniz?


ŞEHİR TİYATROLARI

posted under by ocean


Şehir Tiyatroları Sahneleri

K.HALDUN TANER SAHNESI
216 349 04 63
H.MUHSIN ERTUĞ. SAHNESI
212 240 77 20
GAZİOSMAPAŞA SAHNESI
212 578 60 67
F.REŞAT NURI SAHNESI
212 526 53 80
HARBİYE CEP TIYATROSU
212 240 77 20
ÜMRANİYE SAHNESI
216 634 26 70
AÇIK HAVA SAHNESİ
212 232 16 52
KAĞITHANE SADABAD SAHNESİ
212 321 73 95
ÜSKÜDAR KEREM YILMAZER SAHNESİ
216 492 90 84

Divan Şairinden Bir Müzikal

posted under by ocean
Prof. Dr. İskender PalaLeyla İle Mecnun "Aşkın Gizli Tarihi"Yöneten: Ali TaygunDekor Tasarımı: Ali Cem KöroğluKostüm Tasarımı: Ali Cem KöroğluMüzik: Yalçın TuraIşık: Önder BaykulDramaturg: Tarık GünerselHareket tasarımını: Pınar AtaerOrkestra şefi: Erdem ÇöloğluKoro şefi: Gökçen Koray

Oynayanlar:Tülay Uyar (Leyla), Caner Akın (Mecnun),Meddahlarbaşı Metin Çoban, Ergun Işıldar; Leyla (Soprano), Nazlı Deniz Boran, Tülay Uyar, Serap Göğüş, Gökçe Es Kılıç,Ece Yönt;Leyla (Meddah), Gökçe Eskılıç, Özgül Sağdıç, Berna Anıl, Yasemin Güvenç, Sibel Mutlu, Özge O'neill, Nurdan Kalınağa, Zeynep Özyağcılar; Leyla (Dansçı), Senem Oluz; Mecnun (Tenor), Caner Akın, Bilal Doğan, Mete Taşın; Mecnun (Meddah), Burak Demir, Barış Aydın, Emrah Bozkurt, Özgürefe Özyeşilpınar, Murat Taşkent;Mecnun (Dansçı), Murat Kalfagil, Mustafa Tutuş; Mülevvah, Toron Karacaoğlu, Tolga Coşkun; Mülevvah (Bas), Alp Köksal, Mehmet Tıknaz; Mecnun'un Annesi, Zuhal Yunga (alto), Berna Anıl (Mezzo Soprano),Leyla'nın Annesi, Güzin Özyağcılar, Berna Adıgüzel; Leyla'nın Babası, Tankut Yıldız; Nevfel, Ersin Umulu; İbn Selam, Barış Çağatay Çakıroğlu; Avcı, Göksel Arslan;Avcı (Dansçı), Okan Patırer; Meddahlar, Ece Okay, Berna Adıgüzel, Işık Yönt, Suphiye Günaltay (Soprano), Ece Yönt (soprano), Berna Anıl (Mezzo Soprano), Bahar Özge Göze (alto), Cihan Kurtaran (tenor), Berk Samur (tenor), Tolga Coşkun (bariton), Özgürefe Yeşilpınar (bariton); Dansçılar, Murat Çoruh, Doğan Şirin, İbrahim Ulutaş, Serhat Kural, Mete Taşın (tenor), Arda Alpkıray, Başar Engin Tuğut, Pınar Alkan, Selin Türkmen, Gülçin Akhan, Gülsem Mutlu, Senem Yıkılmaz, Koro; Aslı Sekil (Soprano), Ahu Karaduman (soprano), Nazlı Gülüm Köker (mezzo soprano), Zeynep Begüm Torunoğlu (alto), Mete Taşın (tenor), Burak Bayraktar (tenor), Alp Köksal (bariton), Mehmet Tıknaz (bas), Orhan Onur Özcan (tenor) rol alıyor.

Konusu:Oyunumuzun konusu kısaca şöyle: "İki genç birbirine âşık olur. Bunun üzerine görüşmeleri engellenir. Kays Leyla'dan vazgeçmek istemez. Davranışlarını garipseyen etraf ona 'Mecnun' demeye başlar. Delikanlı 'Leylâ' için her şeyi yapmaya hazırdır. Âşıkların birliğini savunanlar engel olanlarla çatışmaya başlar…"




İSKENDER PALA NELER YAPMIŞ (Üstün Akmen)

İskender Pala, bilinen masalın, bilmediğimiz yanlarını deşmeye çabalamış. İnsanlarımıza unuttukları değerleri yeniden anımsatmayı hedeflemiş. Aşkın anlamı, tanımı üzerinde durmuş, sonuç olarak aşkı “kendinden vazgeçmek” olarak betimlemiş. Kendinden vazgeçtiğin an aşkın başlayacağını savlamış, günümüzün önemli şairlerinden Ataol Behramoğlu'nun aksine “aşk tek kişiliktir” demiş. Aşkı bir giz olarak yüceltmiş. Birbirlerine kavuşamayan ve aşkları uğruna ölen iki gencin öyküsünü oyun metni olarak şiir biçiminde uyaklı ve ölçülü kaleme almış. “Fuzuli'yi ve vaktiyle bu topraklarda pedagojik bir işlev gören Leyla ile Mecnun öyküsünü azıcık anlaşılır kılmayı” amaçlamış. Dünle bugünü buluşturmak istemiş. Emek vermiş. Nedendir bilemem, günümüz Türkçe'si üzerinde hiç titizlenmemiş, ama hiç kuşkum yok ki çok terlemiş.


ORKESTRA; DANSÇILAR, OYUNCULAR, ŞANCILAR VE ZEYNEP ÖZYAĞCILAR

(Üstün Akmen)

Bu arada, gerek Rengim Gökmen yönetiminde kayda giren Cemal Reşit Rey İstanbul Senfoni Orkestrası'nı, gerekse Erdem Çöloğlu yönetimindeki canlı orkestrayı yürekten kutlamak isterim. Diğer taraftan, 90 civarındaki oyuncu, dansçı ve şancıyı ciddiyetlerinden, emeklerinden dolayı keşke olanağım olsa da yanaklarından birer birer öpebilsem. Tenor Caner Akın, o ıpıl sesiyle bu kere de tiyatro seyircisini sarıp sarmalamakta. Soprano Tülay Uyar'ı 2004 Siemens Opera yarışmasında ikincilik ödülünü aldığı günden bu yana izliyorum. Renkli ses yapısıyla hiç kuşkum yok ki esere büyük destek vermekte. Alto Zuhal Yunga da, Mecnun'un Annesi'nde başarıyla buluşuyor. Güzin Özyağcılar'ı, Ergün Işıldar'ı, Metin Çoban'ı kalabalık kadro içinde bir adım öne çıkanlar arasında rahatlıkla sayabilirim. Toron Karacaoğlu Usta'yı yeniden sahnede görmekse, seyirciye gerçekten büyük bir keyif vermekte. Gökçe Eskılıç, Özgül Sağdıç, Berna Anıl, Yasemin Güvenç, Sibel Mutlu, Özge O'Neill, Nurdan Kalınağa, Zeynep Özyağcılar'dan kurulu Meddahların hepsi birbirinden başarılı da, ben gene de Zeynep Özyağcıların özellikle Leyla'nın ölümü tablosunda beni çok etkilediğini söylemeden duramayacağım. Zeynep Özyağcılar'ın gerek dans, gerekse oyunculuk açısından birbirleriyle başarı yarışındaki “sekiz gencecik fidan” arasında sivrilmesi, bir anlamda tiyatromuzun geleceği açısından seyircinin yüreğine sular serpmekte. Öğrenebildiğim kadarıyla, “Leyla ile Mecnun” Zeynep Özyağcılar'ın ilk profesyonel oyunuymuş. Onun, olası önyargılarının dikenlerini oyun içinde kopartmasını izledim ve sevdim. Leyla'yı elbette yönetmeninin buyrukları doğrultusunda, ama kendi iç gözüyle görerek değerlendirmesiniyse pek beğendim. Ve de kendisini merceğimin altına yerleştirdim.
Özetlememi isterseniz, çağımızda neredeyse kurumakta olan gönüllerinizdeki sevgi duygusunun yeniden yeşermesini isterseniz; eski ile yeninin iç içe geçmesinden keyif alanlardansanız; farklı müzikal yönler sizin de ruhunuzu gıdıklıyorsa; modern klasik batı müziği özelliklerine sahip klasik Türk müziği nasıl olur; hepsi klasik Türk müziği makamları üzerinde kurulmuş bir müzik, polifonik olarak nasıl icra edilir; Türk halk oyunları, Türk tasavvuf müziği, klasik müzik ve bale enstrümantal, şan ve koral olarak nasıl bir araya getirilir diye bir merakınız varsa; bir yerde Alevi semahı, bir yerde zikir nasıl birleşir görmek istiyorsanız bu müzikli oyunu mutlaka izleyin. Değilse, Shakespeare'den kısa bir süre önce yaşamış, bugün de bazı dörtlükleri dışında kimsenin hakkında fazla bir şey bilmediği bir Türk şairinin, Fuzuli'nin “Leyla ile Mecnun”u diye gene izleyin. Bana inanıyorsanız pişman olmayacaksınız.

İzleyici Yorumları:
  • İskender Pala yaşayan en büyük edebiyatçılarımızdan...ne mutlu bize ki tiyatro alanında da eserlerini izleme imkanı bulabiliyoruz.çok teşekkürler her şeyden önce .harika bir oyun.harika bir hikaye.fuzuli başlıbaşına bir efsane.tebrikler
  • Leyla Mecnun müzikali türkiyede bir ilk dünyada örneklerini izlemiştim ama bizim kendi özümüzden olan bir konuyu bu şekilde sahneye koymak gerçekten büyük başarı olmuş.herkeze yeni kapılar açıcağa kesin gerek tiyatrocular olsun gerek dansçılar bütün kadro tambir bütünlük içersindeydi.oyunda akıcılık çok hakim.ışıklar bazı sahneleri çok ön plana çıkartmış ve güzel bir bütünlük ağlanmış.ali taygunu kutluyorum.gidilip görülesi bir oyun olmuş
  • Leyla ile Mecnun'a hemen bir bilet aldım ve gittim, oyun çok güzeldi tiyatroda tanıdığım oyuncuları gördüm çok sevindim örneğin:burak demir ve özgür efe özyeşilpınar iki güzel oyuncu ve tabi ali taygun tabi diğer sanatçılarımızıda hafife almayalım ama ben daha çok bu üç tiyatrocunun içinde olduğu oyunları çok seviyorum......
  • Az çok divan edebiyatından anlayanlar için oyun mükemmel...tabii o ufflayıf puflayanlar beyitlerin anlamını kavrayamayan ve meyve veren ağacı taşlayan "küçük" çocuklar gibidir...ayrıca aruz kalıbından bihaberlerin kalkıp da müziklere laf söylemesi ise tam bir fecaat...bu oyun tekrar tekrar izlenilmeye değer...tabii daha sonra gittikçe "sanayileşen" aşklara ne kadar inancınız kalır; orası muamma...
  • Gerçekten mükemmeldi. Her ne kadar oyunarasında böyle aşk kaldımı dese deannem tenor ''caner akın'' öylesine mükemmel veunuttuğum şeyleri canlandırdıki kalbimde evetdedim var
  • Bir aşk bu kadar güzel anlatılır denilecek tarzda bİR oyundu. Beyitlerin müzikle buluşması ise onları çok daha güzel kılmış.Gerçekten edebiyattan biraz da olsa anlayan insanların yüzde yüz zevk alarak izleyeceğine eminim.Oyun aslında bugün aşkın ne kadar yozlaştığının da bir kanıtı.Bizler için böyle aşklar imkansız olsa da tiyatroda kısmen de olsa o aşkın sizlerin de yüreklerınizde yer bulduğunu göreceksiniz.Divan edebiyatının aşk şairi Fuzuli ye ve İskender Pala ya sozsuz teşekkürler biz edebiyat öğrencilerine ve edebiyat severlere tüm bu güzellikleri dile getirdikleri için

Şehrin Perdeleri Açıldı

posted under by ocean

Şehrin perdeleri açıldı!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 2007-2008 Tiyatro sezonunu 3 Ekim 2007 Çarşamba günü oyunlarını Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi, Kadıköy Haldun Taner Sahnesi, Kağıthane Sadabad Sahnesi, Fatih Reşat Nuri Sahnesi, Ümraniye Sahnesi Gaziosmanpaşa Sahnesi olmak üzere toplam 6 sahnede seyircisi ile buluşturdu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 2007-2008 Tiyatro sezonunu 3 Ekim 2007 Çarşamba günü oyunlarını Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi, Kadıköy Haldun Taner Sahnesi, Kağıthane Sadabad Sahnesi, Fatih Reşat Nuri Sahnesi, Ümraniye Sahnesi Gaziosmanpaşa Sahnesi olmak üzere toplam 6 sahnede seyircisi ile buluşturdu.

İBB Şehir Tiyatroları, yeni sezona, Turgay Nar’ın yazdığı Hüseyin Köroğlu’nun yönettiği DİVANE AĞAÇ (Yunus Emre), Turgay Nar’ın yazdığı S.Bora Seçkin’in yönettiği CAN ATEŞİNDE KANATLAR (Mevlana), İ. Ahmet Nuri Sekizinci’nin yazdığı Engin Gürmen’in yönettiği CEZA KANUNU, Feraizcizade Mehmet Şakir’in yazdığı Erhan Yazıcıoğlu’nun yönettiği. İLK GÖZ AĞRISI, Haldun Dormen’in yazdığı ve yönettiği KANTOCU, Dersu Yavuz Altun’un yazdığı Eftal Gülbudak’ın yönettiği DOĞ GÜNEŞİM DOĞ (Çocuk Oyunu) ile sezona merhaba dedi.

top