GÜNLER GEÇTİ VE ŞİMDİ...KAMPÜSLERE..

posted under by ocean


Tüm arkadaşlarımızı tebrik ediyoruz, haklarında hayırlısı için duadaydık, sonuçların da öyle olduğunu ümid ediyoruz.

Tiyatro mu? Hiç bitmedi ki.. devam edicek inş. Bekleyin:)

US-LU'LARA ÖSS'DE BAŞARILAR...

posted under by ocean
Elif Ünal, Emine Kılıçsokan, Fazilet Yılmaz ,Rabia Hürrem Aslan ve Tuba Kanakoğlu
arkadaşlarımız,bu pazar Öss ye girecekler. Tüm Us-lulara başarılar dileriz...

Arkadaşlar,
Allah.cc hepinize zihin açıklığı, gönül ferahlığı versin, hayırlısıyla hayatınızdaki maddi manevi tüm sınavlardan muvaffakiyetle alnınızın akıyla çıkın inşallah. Yüksek bir kavrayışla soruları bir bir eritin ve asla soruların sizi eritmesine izin vermeyin.
BU DA GEÇER YA HU
Sizler çalıştınız, bundan sonrası Allah.cc Kerim. Sizlere küçük bir hatırlatma; unutmayın bizler insanız, sihir yapamayız ya da olmayacak birşeyi olduramayız. Ancak elimizden geleni yapabiliriz ve heyecanımızın verdiği hisle içinden çıkılamayacak gibi görünen bir soru ya da sorunlarla karşılaştığımızda Allah.cc'a sığınırız. Ve bir bakarız aslında içinden çıkılamayacak bir durum yokmuş.. Herşey geçiyor gidiyor bitiyormuş.
Ve siz de biliyorsunuz hepimizden geriye değer olarak yalnızca takva kalıyormuş.
Dua ile... Tekrar başarılar...

ASUMAN DABAK(01.04.1970)

posted under by ocean
Sanat hayatına Bahçelievler Belediye Tiyatrosunda başlayan Asuman Dabak, seslendirme üzerine çalışmalar yaptı. Turizm ve otelcilik okuyan, ancak oyunculuk eğitimi almamış olan sanatçı, buna rağmen, iyi gözlemcilik ve yorumculuk yeteneğiyle tiyatrodan sonra kamera karşısına da geçerek, sinema ve dizi filmlerde rol aldı. Tatlı Hayat dizisindeki "Menekşe" rolü ile ilgi topladı. Özel bir televizyon kanalında sunuculuk yaptı. Asuman Dabak Tiyatrosu'nu kuran sanatçı, hazır cevap oluşuyla tanınıyor.


**************************
Çalışmalardan acı tatlı anılar

Güldüğünüz anlar yaşandı mı hiç çekimlerde veya sahnede?
Tabii ki! Birinde 'Tatlı Hayat'ın çekimleri için setteyiz. Çolpan Abla (İlhan) bir arkadaşının kafasına çantasıyla vuruyor o bölümde. Prodüksiyon ekibi de dolu gözüksün diye çantanın içini ağır şeylerle doldurmuş. Ama Çolpan Abla farkında değil. O çantayı adamın kafasına vurdukça adam 'Ah, uh' sesleri çıkarıyor. Rol icabı sanıyoruz ama adamcağızın kafa olmuş davul. Nasıl şişmiş inanamazsınız. Bir benzeri de benim başıma gelmişti. Tiyatro sahnesindeyiz bu sefer ve ben bir ruhu canlandırıyorum. Rol arkadaşımın bu yüzden oyunda beni görmemesi lazım. Senaryoya göre onun kurduğu bir cümlenin arkasından ben sandalyeyi kaldırıp onun kafasına doğru atıyorum ama tam o sırada arkadaşım yürümeye başladığı için sandalye de onu ıskalıyor. Her şey olması gerektiği gibi giderken arkadaşım söylemesi gereken cümleyi söyledi, ben de kaldırdım ve sandalyeyi fırlattım. Tahmin edeceğiniz gibi arkadaşım yürümeyi unuttuğu için sandalye kafasında patladı! Tabii o acıyla bana 'Ne yapıyorsun be' diye bağırdı. Böylece hem sandalye senaryoda olmaması gereken bir yere gitti hem de karakter görmemesi gereken ruhu görmüş oldu! Sonradan çok güldük tabii.
Neyse ki oyun sırasında gülmemişsiniz

Onu da yaşadım! 'Boeing Boeing'i bir sahneleyişimizde Didem Uzel, hep 'sevgilim' dediği bir sahnede durup dururken 'aşk böcüğüm' dedi. Üstüne bir de ben komik bir şeyler söyleyince Arzu (Yanardağ) gülmemek için sahneyi terk etti, Naşit (Özcan) kafasını koltuğa gömdü. Kerem (Alışık) konuşması gerekirken gülmeye başladı ve o anda hepimiz koptuk. Hayatımda ilk kez gülme krizinden perde kapamış oldum. O kadar fena gülüyorduk ki toparlama imkanımız yoktu, mecburen işaret vererek perde dedik.

Hüzünlü anılar da vardır...

Olmaz mı? Birinde 'Hayat Bağları'nda bir sahnede ağlamam gerekiyor. Çok duygusal bir sahne olması gerektiği için herkes seti boşalttı. Bir tek ben, yönetmen ve yardımcısı kaldık. Ağlamak için konsantre oldum ve başladım ağlamaya. Ama ne ağlama! Sahne bitti, ağlamam bitmedi. Bir hafta önce annemi kaybetmiştim ama cenazeden sonraki gün çekimim var diye ağlayamamıştım. O sahneye kadar da ağlamak fırsat olmamıştı.

Ertesi gün çekiminiz var diye acınızı yaşamadınız mı yani?
Aynen öyle. Bu mesleği seçmenin bir bedeliydi o. Şov bitmez, perde kapanmaz derler bizde. Devamlılığı olan bir sahneydi çekeceğimiz yani yüzüm, gözüm şiş olmamalıydı. O yüzden tuttum kendimi. Hayatımın belki de en hazin anlarından biriydi. Annemin cenazesi gözümün önünden giderken, içimden 'Yarın çekimim var' diyerek ağlayamadım

********************


Geçen yıl Tiyatroyu kurduğunuzda Papaz Kaçtı oyunuyla Haldun Dormen in karşısına çıktığınız zaman Haldun Hoca size delirmişsiniz demişti.Delilik konusunda kim haklı çıktı?

Delilik konusunda ben haklı çıktım. Geçen sene onu söylediğimde “sen delisin” dedi. Bu senede Haldun hocamızla çalışacağız. Oyunumuzu seçtik, “Hocam yönetir misiniz dedim”, “Hala mı devam etmek istiyorsun” dedi. “Geçen sene deliydin, şimdi artık zır deli olduğunu düşünüyorum” dedi. Bu deliliği de birilerinin yapması gerekiyor diye düşünüyorum. Bayrak teslimi gibi. Haldun Dormen’ler Yıldız Kenter’ler, birilerine bayrağı teslim edecekler. Bizlerde yeni gelen jenerasyon olarak, televizyondan kazandığımızı tiyatroya aktararak onu yaşatmaya çalışıyoruz. Çünkü tiyatro benim için bir aşk. Aşk olmadan olmayacak bir şey. Yoksa tiyatrodan para kazanılır mı, kazanılmaz mı kendi içinde tartışılır. Sorumluluğu çok ağır. Bir de benim geçen sene ve bu sene seçtiğim oyunlar büyük bir prodüksiyon istiyor. Kadrosu ağır ve dönem kostümü isteyen oyunlar. Söylemek istediğim şu ki, aşk olmazsa bütün bu zahmetlere katlanamazsınız. Dolayısı ile Haldun hocaya göre, delilik konusunda hala ben bayrağı elimde tutuyorum. “Sen akıllanmayacaksın” diyor bana.

İnşallah bu delilik geçmez diyelim.

İnşallah geçmez tabi, ama zaman zaman umutsuzluğa kapıldığımız oluyor. Çünkü tiyatro seyircisini kaybediyor. Tiyatro seyircisi yaşlanıyor. Genç jenerasyondan katılım çok az. Eskiden pazar matineleri, matine suare yani dolu oynanırdı. Şimdi dörtte üç salona oynuyoruz. Bu bizi umutsuzluğa götürmüyor değil. Hiçbir şekilde bir şey kazanamadığınız gibi, devlet desteği de görmüyorsunuz. Biz yeni tiyatroyuz diye, Kültür Bakanlığı bize destek de sağlamıyor. Yeni oluşumda olan bir tiyatroyu destelemek gerekirken, hayır siz daha çok yenisiniz diye bize ödenek çıkartmıyorlar. Gel ki ben hiç kimseye güvenerek bu işe kalkışmadım. Kendi ekonomik gücümle tiyatroyu kurdum, yaşatıyorum ve yaşatmaya devam edeceğim, gücüm yettiğince. Bazen sponsorlardan tiyatroya destek olmalarını çok istiyorum. Üç beş neyse… Birisi bir gazete ilanı sponsoru olur birisi bir koltuk, onlarında haklı oldukları yerler var. Vakti zamanında sponsorlar çok suistimal edilmiş. Onlarında ağızları yanmış bazı tiyatroculardan. Dolayısı ile şuanda tiyatro biraz can çekişiyor aslında.

Sponsorlardan ziyade halk destek çıksa tıyatro bulunduğu durumdan kurtulamaz mı ? Halkın desteğini nasıl görüyorsunuz?

Maalesef, bir maça gidiliyor hatta Avrupa maçlar takip edilebiliyor, uçaklar kaldırılıyor, yıllık özel lobilerden sezonluk biletler alınıyor, ama nedense sanata karşı duyarlılığımız çok zayıf.

Peki tiyatronun bu durumda olmasında yazılı ve görsel basının şuçu yok mu?

Tabiî ki çok var. Çünkü başka şeyleri gündeme taşıyorlar sürekli. Kültür Sanat Programları çok az. Benim program yaptığım televizyon kanalda hiç değilse Pazar-pazartesi günleri Kültür Sanat Programlarının alt yazı halinde geçmesini istedim. Reklama girer dediler, rütük izin vermiyor diye saçma bir sebep uydurdular. Ama kim kiminle nerede yakalanmış, kim kimin arabasına binmiş, onu onunla, al tekke ve külah, tabi ki burada basının çok büyük hatası var. Birazda tiyatroların, kültür sanat etkinliklerinin devlet bale-opera vs. basının desteklemesi lazım. Onların gündeme getirilmesi lazım. Çok önemli aktörlerimiz, aktrislerimiz yurt dışında daha fazla tanınıyor. Bir yığın ödüller alınıyor. Ama gel gör ki, Türkiye de adı esamesi geçmiyor bu isimlerin. Küçücük başlıklarla haber yapılıyor gazetelerin köşesinde. Hoş değil tabi ki. Bizim eğitim seviyemizle alakalı, halka ne verirseniz onu öğreniyor. Falancının kocası ne yaymış, ....., artık gündem bu. Bunları gördükçe, tiyatronun bu anlamda arkasında durulmamasından dolayı tabi ki, çok ümidimiz kırılıyor. Gerçekten Müslüman mahallesinde salyangoz satıyoruz şuanda. Dişimizle tırnağımızla, dekorumuzu kendimiz yapıyoruz. Kostümlerimizi dikiyoruz. Salonumuzu kiralıyoruz, afişlerimiz bütün tasarımlarına kadar, her şeyiyle birebir uğraşıyoruz. Birde seyirci getirebilmek için ayrıca efor sarf ediyoruz ne acı. Birazda devlet desteği, birazda büyüklerimizin, büyük firmaların sponsorluklarına, desteğine tiyatronun gerçekten çok ihtiyacı var.


röportajın devamı için sanatsokagı.net'i ziyaret edebilirsiniz.

GÜLEN VE AĞLAYAN YÜZLERE TİRATLAR(9)

posted under , by ocean
KİM DEMİŞ KİME DEMİŞ NİÇİN DEMİŞ?(2) CEVAP: Cimri (L'Avare), ünlü Fransız komedi yazarı Molière tarafından yazılmış 5 perdelik bir oyundur. İlk kez 1668 yılında Palais Royal'da oynan Cimri, çok cimri biri olan Harpagon ve onun ailesi etrafında döner. Oyun bir taraftan izleyiciyi güldürürken bir taraftan da 17. yüzyıldaki Parisli bir burjuva ailesinin ve döneminin ahlâk anlayışını gözler önüne serer.
Molière'in daha önceki oyunundan (
Tartuffe) biraz daha az realistik olduğu için birçok eleştiri almış olsa da Cimri hâlâ, Molière'in büyük ve ünlü eserlerinden biri olarak görülür.

TİRADIN TAMAMI
CİMRİ
Moliere

Türkçesi : Sabahattin EYÜBOĞLU

VALERI _ Bütün bu söylediklerin içinde değer verebileceğin bir şey varsa o da sevgimdir, yalnız sevgim.Öteki kaygılarına gelince, baban elinden geleni yapıyor sana hak vermem için. Bir yandan aşırı cimriliği, bir yandan çocuklarına karşı sertliği, daha da olmayacak şeyler düşündürebilir insana. Babandan böyle konuştuğum için beni affet, Elise. Bu taraflarını kimsenin övemeyeceğini sen de bilirsin. Ama umutlarım boşa çıkmaz da anamı babamı bulacak olursam, onun gönlünü yapmak hiç de zor olmayacak bizim için. Her gün haber bekliyorum onlardan, gecikirse kendim gideceğim onları bulmaya.

Baban için neler yaptığımı görüyorsun. Hizmetine girebilmek için az mı şeytanca yarandım ona? Takınmadığım surat, dökmediğim dil mi kaldı hoşuna gitmek için? Maymuna dönüyorum her gün, sevdireceğim diye kendimi. Ama bir hayli ilerledim bu yolda. Bakıyorum da, insanları kazanmak için en iyi çare onların sevdiklerini sever görünmek, doğru dediklerine doğru demek, kusurlarını övmek, her yaptıklarını alkışlamak. Yaranacak mısın, aşırı girmekten hiç korkma. Yalan söylediğin istediği kadar belli olsun, suratından aksın, en zeki insanlar bile kanı veriyorlar dalkavukluğa. Pohpohu bastınız mı, en gülünç, en yüzsüzce söylenmiş sözleri bile yutuyorlar.

Bu benim yaptığım işte insan dürüstlüğünü yitiriyor biraz; ama insanlara muhtaç oldunuz mu, uymak zorundasınız onlara. Onları başka yoldan kazanmıyorsa insan, kabahat pohpohlayanda değil pohpoh isteyende.

Erkek kardeşin oldukça farklı. İkisini birden kazanmaya imkan yok zaten. Baba ile oğlun kafaları o kadar ayrı ki, ya birinin adamı olacaksın, ya da ötekinin. Ama sen bir yandan kardeşinin üstüne düş; aranızdaki dostluğu artır ki bizden yana olsun gerektiğinde. İşte, geliyor. Ben kaçıyorum. Bu fırsatı kaçırma, konuş onunla. Ama bak ne kadar açılmak yerinde olursa o kadar açıl, fazla değil.

GENÇKEN-HAKKIYLA-YAPILABİLECEK ÖDEVLER

posted under by ocean
Sonsuz hikmet sahibi Rabbimiz'in kullarına bir rahmeti olan gençlik, müminlerin şükrüne vesile olması gereken bir nimettir.
Kuşkusuz bu nimeti Allah yolunda en hayırlı şekilde değerlendirmek gerekmektedir. Nitekim Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
"Sonra o gün, nimetten sorguya çekileceksiniz." (Tekasür Suresi, 8)
Gençler, yeryüzünde güzel ahlakın yayılmasından, savaşların, zulmün, gözyaşının dindirilmesinden, Müslümanların yeryüzünde eziyet görmelerinden kendilerini sorumlu hissetmeli ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevini üstlenmelidirler. Tüm bunların temelini oluşturan sapkın felsefelerle fikri anlamda mücadele etmeli, kendilerinden önceki salih müminlerin yaşamını örnek almalıdırlar. Sahabenin Hz. Peygamber (sav)'e bağlılığını, ona sevgisini, itaatini örnek almalı, kendilerine Kuran'ı ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetlerini rehber edinmelidirler. Böylece dünyanın, çok yakın olan, aydınlık günlerine yaklaşılmasına mümin gençler bu çabalarıyla vesile olacaklardır.

KEŞFEDEBİLİRSEK...

posted under by ocean

"Sanatçılar başka türlü insanlar- değildirler; ama her- insan başka türlü bir sanatçıdır."

Eric Gill

SALAVATLARLA COŞMA ZAMANIDIR..BİR SEVGİLİ GELDİ..KUTLU OLSUN HERDAİM...

posted under by ocean

BİR SEVGİLİ GELDİ...

(yüksek sesle dinlemeniz tavsiye edilir:)

ANLATAMAM SENİ YA RESÛLALLAH

Dediler bana

-Bu dünya O var diye yaratıldı-

Geldim dünyaya, açtım gözlerimi, aradı bu gözler seni

Ama sen yoktun... Haber göndermişsin

-Kardeşlerime selam olsun- demişsin...

Seni göremeyen kardeşlerine selam

Senden gelen selama can kurban Ya Resûlallah.

Sen ki eşsiz tebessümüyle kalpleri anahtarsız açan,

Sen ki dört mevsim açan gül,

Sen ki bir yavrucağın kuşu ölmüş diye taziyeye giden ince gönül,

Sen ki harbe en önde giden korkusuz cengaver.

Çocukların bile fikrini soran büyük düşünür,

İsmi Allah la yazılacak kadar şereflisin.

Bir hayvan ölüsünden herkes uzaklaşırken

Onun güzel dişlerini görecek göz vardı sende...

Selam vermeyi çok sevmene rağmen

Tembellik yapana bunu layık görmeyecek kadar çalışkandın sen.

Çocuklarla oyun oynayan alçak gönüllü sevgi güneşi,

İki kurbanlığın oğlu olarak asildin sen.

Can düşmanlarının malını emanet ettiği,

Sözüne güvendiği emindin sen

Hz. Yusuf tan güzel, tüm insanlar içinde özeldin sen

İnci dişlerinin arasından çıkanlarla kimsenin incinmediği yürektin sen.

Sen yürüyünce dağlar erirdi, mahlûkat selam verirdi sana,

İftira atanlar üzünce seni melekler öperdi yanaklarından

Münkirler ağlatınca Amine yoktu ki kucaklasın seni?

Abdullah görmedi nasıl cezalandırsın kafirleri?

Ama Rabbin vardı, alemleri senin için yaratan Rabbin...

Miraca çıkardı seni, sevgiliyi görmek herşeye değerdi.

Bahiranın bahçesindeki kuruyu yeşerten sevgili !

Gel ey nebi. Gönlümün bozkırları seni bekler.

Seni sevmek her ruhun yiyeceği, içeceği,

İlahi aşkın gıdası seni sevmekten geçer.

Benim sevgim nedir ki?

Ayçiçeğinin güneşe olan sevgisi...

Önemli olan güneşin, ayçiçeğine ışık göndermesi.

Sana öylesine muhtacım ki... Ölesiye muhtaç...

SENİ ANDIM DÜN GECE...


DERS : ŞİİR TİYATROSU

posted under , by ocean
ŞEHİRLERİN DIŞINDAN


Kalk, arkadaş, gidelim
Dereler yoldaşımız,

Dağlar omuzdaşımız.
Dünyayı seyredelim,
Şehirlerin dışından.
Esmerden, sarışından,
Kaçalım, kurtulalım
Haydi yürü, bulalım,
Kat kat çıkmış evlerin,
O cam gözlü devlerin
Gizlediği alemi
Bir tüy gibi yel alsın,
Bir dal gibi sel alsın,
Bizden, menhus elemi.
Attığımız naralar,

Yol açsın karanlıkta.
Çeksin bizi mağaralar,
Bir derin ormanlıkta.

Öttürüp sert bir ıslık,
Yılanları çagralım.
Peşinden çığlık çığlık,
Çakallara bağralım,
Ötelim baykuşlarla.
Kızıl akşam üstleri,
Hicret eden kuşlarla,
Sema, deniz ve yeri,
Çepçevre, iklim iklim,
Dolaşalım, gezelim
Yollar bizden bir izdir,
Ne duysak sesimizdir,
Ne görsek benzer bize.
Hiç şaşmayan bir saat
Gibi işler tabiat,




Uyarak kalbimize
Mevsimler boğum boğum,
Zamanın ipliğinde.
Başı görünmez doğum,
Sonu ölçülmez hayat...
Hayvan, nebat ve cemaat,
Hepsi ilk gençliğinde.
Ölen ölür, yıpranmaz;
Giden gider, aranmaz.
Böyle geçer ömrümüz,
Bir gün gelir, ölürüz.
Haberimiz olmadan.
Ve o zaman, o zaman,
Hayat neymiş görürsün
Bırak, keyfini sürsün,
Şehirlerin, köleler
Yeter bizi tuttuğu
Tükensin velveleler
Kalk arkadaş, gidelim
İnsanın unuttuğu
Allah'ı zikredelim;
Gül ve sümbül hırkamız,
Sullar, kuşlar, halkamız...






Necip Fazıl KISAKÜREK

ÖLÜLER KONUŞMAK İSTERLER-MELİH CEVDET ANDAY

posted under by ocean

Konu ve karakterler oldukça tuhaf görünüyor. Ama tuhaf bir çok şey gibi gerçek. Bir deee...

...kurs arkadaşlarımla en son oynadığımız oyun:) İzmir'de oynayan ve kaydını yapan başkaca bir tiyatro grubu olduğunu görünce yayınlayalım dedik. Us-lu'lara seyirlik..

yöneten: Tonguç DİKME

KİM DEMİŞ?KİME DEMİŞ?NİÇİN DEMİŞ?(2)

posted under by ocean
AŞAĞIDA BİR OYUNDAN ALINMIŞ REPLİĞİ GÖRECEKSİNİZ.
İNCELEYİN VE NASIL BİR OYUNUN İÇİNDE(HANGİ
ZAMANDA-DEVİRDE) KİM TARAFINDAN(BAYAN YA DA
ERKEK VE MESLEĞİ) HANGİ NEDENLE(OLAY İÇİNDE)
SÖYLENDİĞİNİ BULMAK İÇİN DOĞAÇLAMA FİKİR
YÜRÜTÜN
.
YORUMLAMAKTAN VAZGEÇTİĞİNİZDE OYUNDAN ALINAN TİRATIN TAMAMI YAYINLANACAK VE OYUN HAKKINDA BİLGİ VERİLECEKTİR. DOĞRU TAHMİN EDEN BİZDEEEEEEEEEN..
BİR TEBRİK KAZANACAK:)))

"Bu benim yaptığım işte insan dürüstlüğünü yitiriyor biraz; ama insanlara muhtaç oldunuz mu, uymak zorundasınız onlara. Onları başka yoldan kazanmıyorsa insan, kabahat pohpohlayanda değil pohpoh isteyende."

"OYUN DAİMA BAŞLAR"

posted under by ocean
“Ulusal Bildiri”yi bu yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni, yazar, şair ve yönetmen Orhan Alkaya kaleme aldı.


Alkaya, hazırladığı bildiride, tiyatro sanatının, hayatı sıkıcı ve ısrarcı bir düzenekten korurken, yaratıcı insandan beslendiğini kaydetti.

Tiyatronun ümitsizliğin reddi olduğunu vurgulayan Alkaya, bildirisinde “Çünkü oyun daima başlar. Şimdi ve burada, yeniden, oyun başlamak üzere. Başlayalım öyleyse; hayatın gözden geçirilmiş yeni yorumlarına her zaman ihtiyacımız oldu. Bu ihtiyaç olmasaydı tiyatro ne işe yarardı ki?” diye yazdı.

ULUSLARASI BİLDİRİ

posted under by ocean
Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi, bu yıl Kanadalı oyun yazarı, oyuncu ve sinema yönetmeni Robert Lepage’nin elinden çıktı.
Bildiride, tiyatronun kökenine dair birçok hipotez olduğunu belirten Lepage, şunları kaydetti:“Ama benim bulduğum, masal formundan alınmış
ve en düşünce-kışkırtıcı olanıydı: Bir gece, şafak vakti, bir grup insan taş ocağında ısınmak ve hikayeler anlatmak için ateşin etrafında toplanmış. Birdenbire içlerinden birinin aklına bir fikir gelmiş. Ayağa kalkmış ve kendi gölgesini kullanarak bir hikaye canlandırmaya başlamış. Taş ocağının duvarlarında ateşten gelen ışığı kullanarak gerçeğinden daha büyük karakterler yapmış. Şaşkınlıkla bakan diğerleri her yaptığını anlıyorlarmış. Güçlü ile zayıfı, can sıkıcı ile canı sıkılmışı, Tanrı’yı ve ölümlüyü...Bugünlerde şenlik ateşinin yerini projektörün ışığı, taş ocağındaki duvarın yerini de tüm mekanizmasıyla birlikte sahne almış durumda. Tüm bu kurallara ve geleneğe dikkatlice uyan titiz insanlar olarak, bu hikaye bize tiyatronun başlangıcındaki teknolojiyi ve onu bir tehdit aracı olarak değil, birleştirici bir unsur olduğunu anlamamız gerektiğini hatırlatıyor.”
Tiyatro sanatının hayatta kalmasının onun kapasitesine, yeni araç ve dillerle kendini sürekli yeniden keşfetmesine bağlı olduğunu dile getiren Lepage, bildirisinde, “Tiyatro kendi çağının büyük olaylarına tanıklık etmeyi ne şekilde sürdürebilir ve insanlar arasındaki anlayışı ve açıklık ruhunu nasıl yaygınlaştırabilir? Hoşgörüsüzlük, dışlanma ve her türlü füzyona ve kaynaşmaya direnen ırkçılık sorunlarına karşı, kendi pratiklerinde çözümler önererek nasıl kendini onurlandırabilir? Tüm karmaşıklığıyla birlikte dünyayı anlatmak için sanatçı, yeni biçimler ve fikirler ileri sürmek ve bu kalıcı ışık-gölge oyununda insanlığın siluetini çekip çıkarma yeteneğine haiz olan izleyiciye güvenmek zorundadır. Ateşle oynadığımız, risk aldığımız doğrudur. Ama aynı zamanda bir şansı da yakalamış oluruz: Yanabiliriz. Ama aynı zamanda şaşırtabilir ve aydınlatabiliriz” ifadelerine de yer verdi.
Ayrıca, 43 yıldır faaliyet gösteren Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği (ASSITEJ) de yönetmen Kim Woo Ok’un kaleminden çıkan bir bildiri yayımladı.
Küreselleşmenin önemine değinilen bildiride, “Tiyatro hareketini şu anki durumundan başka bir noktaya taşıyabilmek için, çocuk ve gençlik tiyatrosuna ilişkin deneyimlerin dünyanın farklı ulusları ve bölgeleri arasında daha aktif bir biçimde değiş tokuş edilmesi gerektiği” belirtildi.

DÜNYA TİYATRO GÜNÜ KUTLU OLSUN

posted under by ocean
Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) tarafından 1961 yılında ilan edilen “27 Mart Dünya Tiyatro Günü” pek çok ülkede ulusal ve uluslararası bildirilerle ücretsiz oyunlar ve çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.
Sahne sanatlarının dünya çapında bilgi ve uygulama alışverişini arttırmak, sanatsal yaratıcılığın ve üretimin gerekliliği konusunda toplumsal bilinci uyandırmak ile barış ve dostluğun sağlanmasına katkıda bulunmak amacıyla düzenlenen günün Uluslararası Bildirisi, dünya çapında başarı kazanmış bir tiyatro oyuncusu, yönetmen veya yazar tarafından kaleme alınıyor.

Yirmiden fazla dile çevrilen ve pek çok gazete, televizyon ve radyo aracılığıyla dünyanın her köşesine duyurulan Uluslararası Bildiri tiyatro oyunlarından önce okunuyor.

Uluslararası Bildiri ilk 1962 yılında Jean Cocteau tarafından yazılırken, Türkiye’de de ilk ulusal bildiri Muhsin Ertuğrul’un kaleminden çıktı.

GÜLEN VE AĞLAYAN YÜZLERE TİRATLAR(8)

posted under , , by ocean
KİM DEMİŞ KİME DEMİŞ NİÇİN DEMİŞ?(1) CEVAP:

"Türk tiyatrosunun yapı taşlarından biri olan Güngör Dilmen’in 29 yaşında kaleme aldığı Midas’ın Kulakları adlı oyun, ustanın ve Midas Üçlemesinin ilk oyunu.
Kral Midas bir gün Tmolos Dağı’nın yamacında dolaşırken Apollon ile Pan’ın yarıştıklarını ve bu yarışmaya yargıç olarak dağların hakimi Tmolos’u seçtiklerini görür. Apollon’un lirini de Pan’ın flütünü de dinleyen Midas, flütün sesini çok beğenir.
Tmolos Apollon’a verir ödülü ama yarışmaya tanık olan Midas flütü daha çok beğendiğini söyleyince Apollon Midas’ın kulaklarını uzatıp eşek kulağı haline getirerek intikamını alır ondan.
Midas eşek kulaklarını sivri külahı ile bir süre saklarsa da saçını sakalını her gün tıraş eden berberin görmesini engelleyemez.Berber kimseye açmadığı bu sırdan kurtulabilmek için toprağa bir delik kazar ve içine eğilerek(kuyuya) “Midas’ın kulakları eşek kulaklarıdır.” diye fısıldar ama kazma vurduğu yerin çevresindeki otlar, kamışlar yel estikçe dile gelerek “Midas’ın kulakları eşek kulaklarıdır.” Diye yankılanmaya başlarlar..." Sonrasını öğrenmek için kitabını bulup okumanızı öneririz.

MİDASIN KULAKLARI Güngör Dilmen
BERBER:
Dayanamayacağım daha.
Öldürür bre, beni öldürür.
Neremde taşıyorum onları?
Kafamda, kursağımda, barsaklarım da sancıyla
Kapkara bir sancıyla, tüylü canlı
dokundum avuçlarıma bulaştı kulakları
derimden içeri geçti.
Bir çift mağara olurlar düşümde
çekerler beni dolambaçlarından içeri
garip yankılarla boğulup giderim,
oysa bir türküye yüklenebilirim:
( Türkü söyler gibi )
Mİ-DAS-IN KU- LAAK- LAA- RI
Ahh kimse işitti mi?
Bir tek kişiye söylesem,o da kimseye söylemese?
Sonra o da kimseye söylemese.
o da kimseye söylemese, o da kimseye söylemese böylece
kimse kimseye söylemese, kimse bilmese?
Öff, öldürür bre, beni öldürür.
Midas'ın gizini tuttum böyle oldum
Ya kara bildiricilerin gizini tutsaydım?Kader cadılarının?
Ooof, kusmalıyım Midas'ın kulaklarını
o gün bu gün sancıyla içimde
kapkara bir sancıylataşıyorum
Salyam geliyor. Bu kuyu işimi görür.
( Kuyuya eğilirken içinden bir keçi fırlayıp kaçar )
Uh, o ne?..Söz verdim ama Midas'a şerefim üzerine söz verdim.
Keçiler tabanımı yalasın ki söz verdim.
Bu kuyu işimi görür.
( Eğilip kuyunun içine seslenir. Kuyu sesleri uğultuyla yankılar )
Oooooo, Oooooo, Hoooooy
Nasıl yankıyor kuyu. Canlı. Beni işitir.
Ama söylemez, işitir beni, söyleyemez
Heeey, heeeey. Ooooo. Kocaman bir kulak bu kuyu.
Beni işitir ama söyleyemez. Ooooo. Nasıl yankıyor kuyu ?
Öyleyse işit kuyu, yankıya yankıya işit
Cehennemin yedi kat derinliğine kadar işit
İşit kuyu, işit.
Hoooy, Midas'ın kulakları eşek kulakları
Eşek kulaklarıMidas'ın kulakları eşek kulakları
Midas'ın eşek kulakları
Eşek kulakları Midas'ın
Midas'ın kulakları eşek kulakları
Midas'ın kulakları eşek kulakları
Midas'ın kulakları. Ohh.( Kuyu başında yığılır kalır )


BİZ DE OKUMALIYIZ ARKADAŞLAR..

posted under by ocean
Doğru.. Bir Shakespeare denince diyeceklerimiz olur, bir Stanislavski hakkında bildiklerimiz vardır, Bertolt Brecht'ten bahsedebiliriz biraz. Bahsetmemeliyiz demiyoruz, elbette bilmeliyiz tiyatroyla uğraşıyoruz madem. Ama kimliğimize bir baksak, daha kafamızı kaldırdığımız an M.Akif Ersoy'u bilmeyişimiz çok büyük bir eksiklik olmaz mı içimizde? Neden bu eksiklikle dolaşalım US-lu'lar? Biz de okuyalım. Biz de gerçekten hissetmek nasıl oluyor anlamaya çalışalım, olmaz mı?


http://www.binsafahatgrubu.blogspot.com/ dan alıntıdır.

"Türkiye'nin her tarafında Safahat okuyoruz arkadaşlar!Üniversitelerin dine mesafe koymaya çalıştığı bir zamanda Safahat okumayacağız da ne okuyacağız.

Üniversiteli arkadaşların öncülüğünde Safahat okuma grupları oluşturyoruz.Grubunuz iki kişiden de oluşabilir, kırk kişiden de!

İster bangır bangır okursun, ister hafif sesle.İster kampüste oku, ister yurtta, ister camide, ister evde!

Haftada bir onbeş dakika Safahat okuyoruz.Bazı arkadaşlar her sabah namazı sonrası okuyor.Akif'in bir müddet bulunduğu Mısır'da,Doğduğu Kosova sınırlarındaki İpek şehrinde,çocukluğunun geçtiği Fatih Sarıgüzel mahallesinde,milletvekili olarak bulunduğu TBMM'de,Liseyi okuduğu Halkalı'da,destan şiirine ilham veren Çanakkale'de,ve bir süre bulunduğu Berlin'de Safahat okuma grupları oluştu. Sen de bir grup oluştur. Safahat'ı okumaya başla... ve sabırla bitir.."

TOLGA ÇEVİK

posted under by ocean

1974 yılında İstanbul`da doğdu.
1996 yılında Central Missouri State University`nin Tiyatro Anasanat Dalı Oyunculuk bölümünden mezun oldu.
Amerika`daki eğitimini tamamladıktan sonra Hadi Çaman Tiyatrosu`nda profesyonel oyunculuğa başladı.Sırasıyla, "Küheylan", "Sen Beni Sevmiyorsun", "Kelebekler Özgürdür" ve "Kalbin Sesi" oyunlarının yanı sıra, birçok televizyon ve sinema yapımında oynadı, yurtiçi ve yurtdışında çeşitli kurumlardan toplam 27 ödül aldı.2001 yılında BKM Oyuncuları`na katıldı. "Vizontele"deki rolünün ardından, "Bana Bir Şeyhler Oluyor" adlı tiyatro oyununda sahne alan Çevik, "Ölümsüz Aşk" adlı televizyon dizisinde de oynadı.
Yılmaz Erdoğan, Özgü Namal gibi isimlerin de yer aldığı Organize işler adlı sinema filminde de rol alan Çevik, şu sıralar Avrupa Yakası adlı Tv dizisinde Sacit karekteriyle yer almaktadır.


(ZAMAN-gençlik eki sayı 59'dan alıntı)

Tolga Çevik ile programını, ‘Avrupa Yakası’yla ilgili dedikoduları, ailesini ve en önemlisi sır gibi sakladığı sinema projesini konuştuk...


Komedi Dükkânı’nda neler satıyorsunuz?
Bir kostümcümüz var. Ona kostüm siparişleri veriyoruz. Bir de kayınbiraderim Can Yılmaz (Cem Yılmaz’ın kardeşi) konsept danışmanımız. Onun aklına bazen ilginç konular geliyor. İstifade ediyoruz. Önceden hazırlık olursa seyirci hemen anlıyor. En önemlisi biz rahatsız oluyoruz. Farklı bir şey olsun istediğimizden ‘Komedi Dükkânı’nı çekiyoruz.

Yeni ve farklı bir proje yok denecek az televizyonlarda...
Yeni bir şey üretmek neredeyse imkânsız. Bazen bu ürettiğim son özgün iş olur mu diye de korkuyorum. Eğer yeteneğiniz varsa neden bir başkasının projesine benzer şeyler yapasınız ki? O kişiye saygısızlık bu. Yurt dışındaki insanlar nedense daha zeki oluyor. Bir şey ürettikleri zaman da yüksek telifler alıyorlar. Bu onlar için yeni projelere de kapı açıyor.
tv8’in makûs bir talihi var; özgün projeler burada başlar, sonra başka kanallara gider. Size de teklif geliyor mu?
Teklifler ikinci haftada başladı. Dört kanaldan birden teklif aldık, ama bizim niyetimiz yok. Hem bana, hem kanala, hem yapım şirketine binlerce mail geliyor. İnsanların ortak istekleri bir yere gitmememiz. Bizim de derdimiz yok çok şükür. Çok ciddi paralar verdiler, ama burada da üç aşağı beş yukarı kazanıyoruz. Netice itibarıyla Teşvikiye Camii’nde gömülürken avludaki kalabalık önemli. Para nerede olsa kazanılır. Yeter ki sen işini doğru yap. Ayrıca ‘Komedi Dükkânı’ için 10 bin kişi biletlerini almış ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. 6 ay sonranın koltukları dolmuş durumda.

İnsanları güldürerek para kazanıyorsunuz...
Tiyatrodaki ilk işimde insanları ağlatmıştım. Komedi oynamanız dram oynamanıza engel değil. Oyuncu hepsini oynamalı. Ama tek başına komediyi seçen birinden dram beklenemeyebilir. Benim öyle bir derdim yok. Zaten bir sinema filmi projem var. Şu an yazıyorum. Çok trajikomik bir hikâye. Ama bu işi bilen abilerin elden geçirmesi şart. Senaryo yazmak çok zor bir iş. Yönetmenlik de öyle. Gerçi dünyada çekilmemiş ne kaldı ki; 6 temel konu var, evir çevir aynı...

Oyunculukta kendinizi ispatladığınızı düşünüyor musunuz?
Oyunculuğun saçma sapan bir meslek olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben bir şey yapacağım diyorsunuz, yaptığınız işin doğru ya da yanlış kriteri yok. Çıkacaksınız insanların karşısına onlar da bunu beğenecek. Seyirci bu salak ne yapıyor diye salonu terk ettiği zaman size sadece limon satmak kalıyor. Evet, Yıldız Kenter’in karşısına ilk çıktığımda ‘Şimdi olmadı, sonra gel canikom.’ demesi sizde bir şey bitirmez, sadece hırs yapar. Ben gene gelirim zaten dedirtir.

İyi bir oyuncu olmak için neler yaptınız?
Çok önemli, ama benim hayatımda karım ve iki çocuğum daha önemli. Tek bir insan olsaydım gaflete düşerdim belki, ama ailem olduğu için Allah bana yardım etti. İyi bir oyuncu olmak için düzenli bir ailenizin olması gerekiyor. Ben böyle düşünüyorum ve semeresini de alıyorum. Ailenizin olması sizi oyunculuktan önce sevilen biri olmaya itiyor. İnsan olarak sevilirsen oyuncu olarak bir yere gelirsin zaten. İnsan olarak beş para etmezsen oyunculuk kâr etmez. Böyle çok arkadaşım var.

Bu arada ‘Avrupa Yakası’nın dönem sonunda biteceği söylentileri dolaşıyor
İzleniyor, insanlar beğeniyor, niye bitsin ki? Biz de eğleniyoruz, izleyici de. Ama Gülse Birsel zekidir. Eğer yaz sonunda ya da gelecek yaz ‘Bunun miadı doluyor, güzel yerde bitirelim’ derse o zaman bitirir. Ayrıca bunlara kafa yormak istemiyorum, biz bir karaktere odaklandığımız için başka konular kafamızı karıştırabilir. Zaten her şey güzel gidiyor. Diziye saygı göstermek lazım.

Hümeyra ile aynı sette olmak çok güzel’
Oynarken keyif aldığım için ‘Komedi Dükkânı’nda Salih Kalyon ile birlikteyiz. Tecrübeli ve çok iyi bir insan. Bir de Avrupa Yakası’nın Şahika’sı Binnur Kaya ile oynamayı seviyorum. Ancak ne yalan söyleyim Hümeyra ile oynamaya bayılıyorum. Biz ekip olarak birbirimizi sevmezsek, sizi güldüremeyiz. Önce biz mutlu olacağız ki siz de mutlu olabilesiniz. Bu işin matematiği budur.

KİM DEMİŞ? KİME DEMİŞ? NİÇİN DEMİŞ?(1)

posted under , by ocean


EN ALTTA BİR OYUNDAN ALINMIŞ REPLİĞİ GÖRECEKSİNİZ.
İNCELEYİN VE NASIL BİR OYUNUN İÇİNDE(HANGİ
ZAMANDA-DEVİRDE) KİM TARAFINDAN(BAYAN YA DA
ERKEK VE MESLEĞİ) HANGİ NEDENLE(OLAY İÇİNDE)
SÖYLENDİĞİNİ BULMAK İÇİN DOĞAÇLAMA FİKİR
YÜRÜTÜN.

YORUMLAMAKTAN VAZGEÇTİĞİNİZDE OYUNDAN ALINAN TİRATIN TAMAMI YAYINLANACAK VE OYUN HAKKINDA BİLGİ VERİLECEKTİR. DOĞRU TAHMİN EDEN BİZDEEEEEEEEEN..
BİR AFERİN KAZANACAK:)))
BU ARADA NETTE ARAŞTIRMA YAPMAMALI, YALNIZCA KENDİ FİKİRLERİNİZLE KATILMALISINIZ..RESİMLERDE UFAK İPUÇLARI BULABİLİRSİNİZ BELKİ DE..
GOLEY GESSİİN:-)




"Dayanamayacağım daha.


Öldürür bre, beni öldürür.


Neremde taşıyorum onları?


Kafamda, kursağımda, barsaklarımda sancıyla"


Nihayet..Oyunumuzun Galası Gerçekleşti.

posted under by ocean

Yazan - Yöneten : Kevser CANBAL



Oyunumuz Zübeyde Hanım Öğretmen Evinin büyük salonunda 16 Şubat 2008 tarihinde seyirci karşısına çıktı. Bütün US-lu tiyatroculara ve emeği geçen herkese elbette ki alkışlarını ve gülümseyişlerini esirgemeyen seyircilerimize TEŞEKKÜR ediyoruz.

US-lular Nasıldılar..İşte dakika dakika O GÜN..

posted under by ocean
Bir cumartesi sabahı saat 9'da kurs yerine akın ettiler.. Bu andan itibaren nasıllar mıydı?

kimisi uykusuzdu ( Kübra Zengin),
kimisi arkadaşının kendisini uyandırdığından, 15 dakikada kahvaltı yaptığından yakınıyor ve onu öldürmeye çalışıyordu(Yasemin Cıncık),
içlerinden birisi kahvaltı yapamayıp arkadaşını kaldırmakla meşgul oluşunu anlatmaya çalışıyordu(Hürrem Aslan)
heyecanlı olduklarını söylediler (Betül Arkın)
uyuyamadıklarını söyleyenler oldu hatta içlerinden biri gece dörtte ayağa kalktığından bahsediyordu(Tuba Akbulut)
eh tabii ki "ben çok güzel uyudum" diyerek arkadaşlarına nispet yapanlar da yok değildi(Sema Kılıçsokan)
saatler 10'u birazcık geçerken Zübeyde Hanım Öğretmen Evinin önüne geldiler..
eşyalarını içeriye taşıdılar ve salonun girişinde beklemeye başladılar.
heyecanları biraz daha artmıştı ama hiç heyecanlı olmadığını söyleyenler de vardı (Yukarıda nispet yapan şahsiyet)
salonu kamera görüntülerinden daha büyük buldular
içeriye eşyalar taşındığında hepsine kulisin yeri gösterildi. eşyalarını taşıdılar, yerleştirdiler..
ses ve ışıkla ilgilenecek olanlar her geçen dakika daha çok heyecanlanıyorlardı. bir de üzerine reji odasının Antartika havası eklenince içlerinden birisi şallara bürünmüştü(Fazilet Yılmaz)

diğeri ise heyecanının kendisini ısıttığını söylüyordu(Sümeyye Gül)
oyun zamanına kadar kuliste açlığı giderici etkinliklerde bulundular:))
oyuncularımızdan biri kuaförün saçlarını gereğinden fazla kesmesine engel olamadığından yakınıyor, suratını buruşturmuş oturuyordu(Emine Kılıçsokan)
yönetmen ise oyuncularından her daim sahnede duracak olanının saçlarını rüyasında abuk bir halde görmesini anlatıyor, o kadarcık kestirme işlemi için oyuncunun kuaföre niye gittiğini anlayamadığını dile getiriyordu(Kevser Canbal)
kuliste kahvaltı yaparken bile oyunun replikleri esprilere malzeme oluyordu..
tam bu esnada biri geçen hafta provada unuttukları bölümü dile getiriyordu(Kübra Zengin)
birisi de kendilerini kameraya çeken kişiye dalaşmaktan bıkmıyordu(Elif Ünal)
saatler 1'i biraz geçiyordu seyircilerden bir kısmı gelmeye başlamıştı bile.. sahnenin perdelerini kapatmak durumunda kalmışlardı zira o müthiş dekorlarının oyundan önce gözlerde eskimesi düşünülemezdi..
saat 2'ye geldiğinde reji odasındaki panik, filmlere konu olacak seviyeye yükselmişti. yeni bir panik odası filmi çekilebilirdi kolaylıkla..üstelik bunun maliyeti de fazla olmazdı. ihtiyaç olan tek şey Fazilet, Sümeyye ve rejideki onlarca düğmeydi..aa bir de teknik elemanın ağzından çıkan yığınla cümle..
saatler 2'yi geçip seyirciler oyunun başlamamasından dolayı sabırsızlık gösterince gelecek olan seyirci grubunu beklemeyip yönetmenin cep telefonlarının kapatılması ve çekim yapılmaması yönündeki anonsuyla oyun başladı.
oyun başladı başlamasına ama içlerinden biri sesini evde unutmuştu..mikrofon da yeterli olmayınca öncelikle duymakta zorluk yaşandı..(Tuba Kanakoğlu)
hemen ardından sesini kahvaltıda yediği poğaçalara katık etmiş olan diğer oyuncu da seyircinin kulaklarını sahneye doğru sarkıtmasına sebep olduysa da durum sanıldığı kadar vehamete yol açmadı.(Esma Bayrak)
oyun başladığında oyuncuların da içlerinde gerçekten birer girdap oluşmaya başlamıştı muhtemelen.
seyircinin alkışlarıyla kendilerine geldiler ve mikrofonlara karışan parazitlere geçit vermediler.
alkışları duyunca daha bir güzel kavga edenler de çıktı daha tiz sesle haykıranlar da(Seda Terekli- Betül Arkın)
içlerinden biri değil hepsi seyircinin çok hoşuna gitti ve çok alkış aldılar..
oyun bitip girdap gün yüzüne çıktığında hepsinde hafif bir yorgunluk ama huzur vardı. nihayet bunca aydır beklenen şey gerçekleşmişti..

GÜLEN VE AĞLAYAN YÜZLERE TİRATLAR.(7)

posted under , by ocean

Oyunun Adı: Çöplük
Yazan: Turgay Nar


AYMELEK - Deseler ki bana, bir canın var ona ver, veririm... Haço... O da olmasa hepten yalnızlık çöker omuzlarıma... Onsuz ne yaparım ben?.. Kardeş ne de olsa, anamın yadigarı. Etimi yese de kemiklerimi saklar... İnsan yaşadığı yere benzer... Şu genç yaşında yüzünün derisi ne hale geldi... Buruşturulup atılmış bir kağıt parçası gibi... Şu çöplükten ne farkı var?.. Eller ruhun ağaçlarıdır derdi de anam, aklım almazdı... Nasıl kök salıp dallandığını anlayamaz insan; bir de bakarsın nerdeyse güneşe değecek... O sıcaklığı yavaş yavaş canında duyarsın... Ruhunu şeytana teslim eden ilk canlı yılandır!.. O yüzden yılanların ne eli ne de ayağı vardır!.. Bu yıl çöplük yılan kaynıyor!.. Korkumdan evde süt pişiremiyorum!.. Kokuyu alan yılan püskürüp geliyor!.. Geçenlerde biri gelip çöreklenmiş yatağımın yanına!.. Islığı bir çocuk ağlaması gibiydi, korktum, kaçtım evden hemen!.. Sonra şet dedim kendi kendime, ya o yılanın gelişinde bir hikmet varsa?!.. Kimbilir, belki bir günahımız vardır da, o yılan da bizi sınamak için gönderilmiştir!.. İnsanın aklına olmadık şeyler geliyor!.. Eve geri dönüp yılana süt vereyim dedim!.. Bir de gördüm ki derisi yanar döner yılan, ocaktaki ateşe düğüm olmuş, ateşi boğmakta!.. Ateş, gözlerime baktı, umutsuzdu!.. Gözleri kan çanağı gibiydi!.. Yılan, ateşi boğmuştu karşımda!.. Şurda, çöplüğün tam doğusunda, birkaç gün sonra aynı yılanı tekrar gördüm!.. Kulakları zümrüt küpeliydi!.. Beni görür görmez, akıp gitti çöp dağının koynuna!.. Elim yılan öldürmeye gitmiyor!.. Belki de yavruları vardı!.. Çöp makineleri gelince, ne yılan kalacak ne de insan! Geç oldu... Haço!.. Haço!.. Kalkın artık!.. Uyanın!.. Uyan, uyan artık İsrafil!.. Börtü böcek uyandı... Bugün çöplüğün öte yanına çöp dökeceklermiş... Haberiniz olsun...

TORON KARACAOĞLU(20.08.1930)

posted under , by ocean
1931 yılında Mudanya'da doğdu. 1949 yılında tiyatrocu olmak için İstanbul'a geldi. Üç yıl konservatuvara devam ettikten sonra Şehir Tiyatroları'nın açmış olduğu kadrolu sanatkar sınavını kazanarak, tiyatroya başladı. 1981 yılında emekli olarak Berlin'e gitti. Almanya Kültür Senatörlüğü'ne bağlı olarak tiyatro seminerlerinde hocalık yaptı.

1985 yılında Türkiye'ye döndü ve özel tiyatrolarda oyun yönetti. 1987 yılında Şehir Tiyatroları'nda "Günden Geceye" oyunu için konuk sanatçı olarak davet edildi. 1989 yılında Şehir Tiyatroları'na yeniden kadrolu sanatçı olarak girdi. Yaş haddinden emekli olan Toron Karacaoğlu, ayrıca sinema filmlerinde de oynadı.


Aldığı ödüllerden bazıları şunlardır.
Avni Dilligil Ödülü,
Selim Naşit Ödülü'nde Usta Erkek Oyuncu Ödülü,
İstanbul Gözleri Mahmur'da En İyi Yardımcı Oyuncu ve Dünya Tiyatrolar Günü'nde verilen Usta Erkek Oyuncu

"Oynadığım her rolüm beni heyacanlandırmıştır. Bu güne kadar çocuk oyunları da dahil olmak üzere 150 civarında oyun oynadım. Bunların içinde kimini bir sene kimini iki sene kimini ise Yahya Kemal'i örneğin 7 senedir, Aşk Mektupları'nı ise 4 senedir oynuyorum. Eskiden böyle değildi. Pazartesi günü hariç bütün hafta oynardık. Beni en çok heyacanlandıran ve zevk veren oyunlara gelince: 1957-1958 sezonunda turnede oynadığım "Benim Üç Meleğim"dir. Heyacanlandırıyordu, çünkü karşımda Hüseyin Kemal Gürmen, Galip Ercan, Mahmut Moralı, Nejla Sertel, Sami Ayanoğlu, Gülistan Güzey, Ferih Egemen ve Melahat İçli vardı. Bunlarla beraber oynamak beni çok heyacanlandırmıştı. Çok zevk alarak oynamıştım. Hatta bu oyunda Sami Ayanoğlu hastalanınca onun seksen yaşındaki bir ihtiyarı oynayan rolünü de ben üstlenmiştim. İkinci olarak ta, "Dört Albayın Aşkı" oyunu gelir. Muhsin Ertuğrul'un sahneye koyduğu 7 Hamlet'teki rolüm Muhsin Bey tarafından çok beyenilmişti. Her seferinde gelir, seyreder ve ağlardı. Aslında her oyun heyacanlandırır oyuncuyu. Heyacan duymazsanız hergün oynayamazsınız. Bu heyacanlar büyük ustalarla oynamanın vermiş olduğu heyacanlardır. Bu oyunlara bir de Şehir Tiyatrosu'nda oynadığım ilk profesyonellik oyunum olan Altan Özer'in "Buzdolabı" adlı oyunudur. Halide Pişkin'le karşılıklı oynadım. Dünyanın sevdiği, taptığı, daha kuliste iken alkışlamaya başladığı Halide Pişkin'le aynı sahneyi paylaştım. Ondan başka Nejdet Mahfi Ayral, Gazanfer Özcan ve Şadıman Ayşın'da vardı oyunda. "
........................

"1980 yılında kendi isteğimle emekli olmuş, ancak Berlin'den dönüşümde Gencay Gürün tarafından 1987 yılında tekrar Şehir Tiyatrosundaki kadroma çağrılmıştım. 1995 yılında da yaş haddinden mecburen emekli olmuştum. Tiyatro sanatçısının emeklisi olmaz!.. Emekli olduğumda Yahya Kemal'i oynuyordum. Gençken makyaj yapıp 80'lik ihtiyarı oynamıştım. 80 yaşına da gelince makyaj yapmadan yine 80'lik ihtiyarı oynarım. Yaş hadinden emekli olalı 9 sene geçti, ben hala oynuyorum."

Oynamak Yetmez Sizi Duyalım LÜTFEN! :)

posted under by ocean
Güzel ve etkili konuşmada önemli bir konu sesin mükemmel çıkışıdır. Sesin mükemmel çıkışı ses çıkışı ile nefesin kullanımı arasında başarılı bir uyum oluşturulmasını gerektirir. Düzgün sesin dört temel özelliği vardır. Bunlar sesin “işitilme düzeyi)yükseklik)”, “sesin hız düzeyi”, “hoşa gitme/tını düzeyi”, “değişirlik/bükümlülük düzeyi”nden oluşmaktadır. Şimdi bu özelliklerden öğrenelim ve geliştirmeye çalışalım.

İŞİTİLEBİLME VE YÜKSEKLİK

Bazı insanların sesleri bir metre mesafeden bile güçlükle duyulabilmektedir. Böyle bir sesle yapılan konuşmanın anlaşılabilmesi son derece güçtür ve dinleyiciler dinlerken psikolojik gerginlik içerisine girerler. Ses dinleyiciler tarafından işitilebilecek kadar yüksek olmalıdır. Normal ses kalabalık kitlenin en uzağına ulaştırılacak kadar yüksek çıkmalıdır. Ancak yüksek ses bağırmaya dönüşmemelidir. Bu anlamda eğer mikrofon kullanmıyorsanız özellikle konuşma yaptığınız topluluğun büyüklüğüne dikkat etmelisiniz. Hemen yanınızdaki bir arkadaşınıza 20 metre uzaktaki insana konuşur gibi konuşursanız sesin yüksekliğini hatalı kullanmış olursunuz. Sesin yüksekliği salonun büyüklüğüne göre ayarlanmalıdır. Ancak sesi yükseltirken “bağırma” tonu oluşturmamak çok önemlidir. Dikkat edin: Kaç kişilik bir guruba konuşuyorsunuz? Salonunuz ne kadar geniş Ortamda gürültü var mı Sesiniz 20 metreden rahat duyulabiliyor mu? Yoksa mırıltı gibi mi çıkıyor? sesiniz yükselince bağırmaya dönüşüyor mu? Uygun ses yüksekliği dinleyici kitlesini tamamen ve rahatlıkla kuşatan sestir. Aşağıdaki alıştırmalar sesimizi kontrollü olarak yükseltebilmek için hazırlanmıştır. Ses yüksekliğimizi kontrol edebildiğimiz taktirde dinleyicilerimizi de kontrol edebileceğiz:


ALIŞTIRMA: İŞİTİLEBİLİRLİK


a) Yüksekten ses fırlatınız: Tek nefeste 20 metre ilerideki insanlara duyurabilecek şekilde : “pa, pe,pi, po; ba, be, bi, bo; da, de, di, do” deyiniz. Tekrar edin.

b) Elinizle duvara dokunun soluk alarak 10’a kadar sayın. Sonra duvarı kuvvetle itin, güçlü tonla tekrar sayın. Her iki durumda ses şiddeti aynı kalsın.


c) Aşağıdaki cümleleri bir solukta ses yoğunluğunu yitirmeden okuyun. Sesinizin gürlük derecesinin cümle boyunca aynı olmasını sağlayın. - Ben gitmek istemiyorum. - Makine mühendisi daha yavaş sürmenizi istedi. - Kalp, günde 100.800 defa çarpmakta ve bu devre zarfında da 130 tonluk bir ağırlığın 30 cm. yüksekliğe kaldırılmasına denk düşen bir güç sağlamaktadır.


d)Aşağıdaki ifadelerin ilk bölümlerini yakınınızdaki kişiyle konuşur gibi, ikinci bölümlerini 100 kişiye konuşur gibi kuvvetli bir sesle okuyun. -Okumak zor değil, yeter ki tadına varalım. -Çalışmak ne güzel huy, devamlı çalışarak sıkıntılarımı yok ediyorum. -Delik kovanın suyu damla damla, müsrif insanın zamanı saniye saniye tükenir.

e) Metni, 1. çok yavaş bir sesle 2. küçük bir odada olağan bir sesle; 3. büyük bir salonda, daha kalabalık bir dinleyici karşısında okuyun Tembelliğin ne olduğunu ve insanların başına nasıl çoraplar ördüğünü düşündünüz mü Bu soru çok mu çocukça Hemen herkes tembelliğin kötü olduğunu bilir. Kimse tembel olmayı kabullenmek istemez. Ama acaba kaç kişi gerçekten tembel olup olmadığını araştırmıştır Tembellik ya zihinsel, ya bedensel ya da her ikisi birden yaşanır. İnsanların büyük bir kısmı zihinlerini, önemli bir kısmı bedenlerini çalıştırmazlar. Yine insanların çok önemli bir kısmı hem bedenlerini hem de zihinlerini çalıştırmazlar.


f) Ellerinizle alın ve şakağınızı tutun. “Mmmmmm” deyin. Sesi yükseltin. Titreşimleri burnunuzda, alnınızda, ensenizde, göğsünüzde ve başınızın tepesinde hissedin.

US-LU ELİF'İMİZİN VE HEPİMİZİN BAŞI SAĞOLSUN

posted under by ocean
Sözler uçuşur gider şimdi ol yüzden fazla birşey demek düşmez bize. Ama dualı ağızlar hem kendimiz için hem büyüklerimiz için büyük sermaye. Dua ile kalalım biz de. Elif arkadaşımızın babasına Allah.cc rahmet eylesin,mekanı cennet olsun inş.

ölür ise ten ölür
canlar ölesi değil
Y.Emre

ÖZEL GÖSTERİMDEN SONRA...

posted under by ocean

Eeee Us-lu'lar nasıldınız?:))Şimdi nasılsınız?:))İyi olalım lütfen..Ne dersiniz?

NİYET ETTİK SAHNEYE ÇIKMAYA -PEKİ NE İÇİN?

posted under by ocean

Gavs-ı Sani Hazretleri'nden niyete dair;


--"Siz niyetinizi güzel yapın.Her işiniz güzel olur...Kulun güzel niyetini bilsin yeter..."

--“ Niyet sağlam olursa, hem dünyayı kazandırır, hem ahiret’i kazandırır.”

-- “Hedef niyettir niyet olmayınca hedef olmaz.”


--“Peygamber (A.S.) bir hadisi şeriflerinde “Dünya ve içindekiler melundur, Allah lanet etmiştir. Allah rızası için yapılan işler bunun dışındadır.” Bunun için, niyet çok mühimdir. Niyet sağlam olursa, hem dünyayı kazandırır, hem ahiret’i kazandırır.
Gavs (K.S.A.) bu hadise binaen sabah kalktığında elbiseyi giyerken, abdest alırken işe gitmeden önce; “Ya Rabbi sizin için çalışıyoruz, siz Rezzak-ı mutlaksınız, çalışmasak da rızkımızı verirsin. Sen çalışmayı vacip kılmışsın. Ailem için çoluk çocuğum içi çalışmayı vacip kılmışsın, bu vacip görevimi yerine getirmek için çalışıyorum.” böyle niyet etse akşama kadar camide ibadet etmiş, vaktini secdede geçirmiş gibi sevap alır.”


--“ne iş yaparsanız,yapın niyetinizde ALLAH (c.c)rızası olsun kalbinize ALLAH rızasını yerleştirin,yaptığınız her işte bu olsun halim olun,yumuşak olun,tevazu sahibi olun sizleri tenkit edenlerin ellerinden öpün,onları almaya çalışın size gelenlerin anlatıklarını karşı tarafı dinlemeden hüküm vermeyın hakkaniyet,sahibi olun,dinleyin kızmayın üstünlük taslanmayın,her iki tarafı dinleyin öyle karar verin”

: “Kalbin ... tek bir hedefe kilitlemek ve her işte Yüce Allah'ın rızasını niyet etmektir.”


--“İrşad kutbu Gavs-ı Sani Hazretleri: “Nice insanlar vardır ki, devamlı evliyanın yanında bulunur; fakat niyeti Allah rızası değildir. O kimse evliyadan çok uzaktır. Bazı insanlar ise bedeniyle evliyadan çok uzakta bulunur, fakat kalbi Allah rızasına aşıktır, ihlâs üzere yaşar. Veliler o kimseyi tanır ve severler. Halbuki o kimse evliyayı hiç görmemiştirNiyet denilince, aklımıza öncelikle namaz yahut oruç gelir. Bu ibadetleri yaparken Allah rızasına ermeği talep ederiz. Ve bunu işin başında hemen dile getiririz.


ZAFER DERGİSİ- Prof.Dr.Aladdin Başar'dan..


Niyet denilince, aklımıza öncelikle namaz yahut oruç gelir. Bu ibadetleri yaparken Allah rızasına ermeği talep ederiz. Ve bunu işin başında hemen dile getiririz.


Rızanın zıddı riyadır.


Rıza Hak içindir, riya ise halk için. Birincisinde İlâhi teveccühe ve rahmete ermek esastır, ikincisinde ise insanlara hoş görünmek, onların takdirlerine ve alkışlarına can atmak. Bu ise bence dilenciliğin bir başka türlüsü


Herkesin kendi nefsini beğendiği bir dünyada, riya yolunu tutmamız ve kendimizi başkalarına beğendirme sevdasına kapılmamız ne büyük gaflet! Ama gel gör ki, nefis aldanmaya can atıyor ve çıkmaz sokağa bilerek ve severek giriyor.


Dünyada mesut bir hayat sürmemiz ve ölümle başlayan ebediyet yolculuğumuzda saadet yurduna varmamız, öncelikle, bu rıza şartına bağlı.


yazının devamı için tıklayın


GÜLEN VE AĞLAYAN YÜZLERE TİRATLAR(6)

posted under , by ocean
Oyunun Adı: Satıcının Ölümü

Yazan: Arthur Miller

Çeviren: Orhan Burian

BIFF - Okulda altı yedi yıl geçirdim; tek, içimde bir heves uyansın diye. Acentelerde katiplik, seyyar satıcılık, nasıl olursa olsun bir iş bence iyi idi. Oysa öyle yaşamak, yaşamak değilmiş. Sıcak yaz sabahları yer altı trenlerine tıkılmak, ömrün olduğu kadar senet kaydetmek, telefona cevap vermek ya da alıp satmak. Açık havaya çıkıp gömleğini atarak oturmak dururken yılın elli haftasını, iki haftalık tatil uğruna, işkence ile geçirmek. Yanındaki arkadaşlarının bir üstüne geçmekten başka bir şey düşünmemek: İşte, geleceğini güvence altına almak böyle yapmakla oluyor. (Heyecanı artmaktadır.) Savaştan önce evden ayrılalı beri yirmi otuz iş değiştirdim. Happy, hepsi de sonunda aynı çıkıyor. Bunun farkına ancak son zamanlarda vardım. Nebraska'da sürücülük ettiğim sırada, ondan önce Arizona'da, son kez de Teksas'da. Bu kez onun için eve geldim; galiba bunun farkına vardım da geldim. Son çalıştığım çiftlik var ya, şimdi orda bahardır. On beş kadar tayları olacaktı. Biliyor musun, anasıyla yavru tay kadar iç açan, göze hoş görünen manzara azdır. Hem şimdi oralar ılıktır da. Teksas şimdi ılıktır, bahar içindedir. Benim bulunduğum yerde de ne zaman bahar olsa içimden doğru bir şey depreşir. "Bir baltaya sap olamıyorum," derim; "Ben ne halt ediyorum, haftada yirmi sekiz dolarla yetinip atlarla vaktimi öldürüyorum. Otuz dördüne geldim, kişi ev bark edinmeli vakitken." İşte, öyle zamanlarda koşup eve geliyorum. Ama şimdi buradayım ya, ne yapıp edeceğimi kestiremiyorum. (Biraz durduktan sonra.) Eskiden beri yaşamımı boşa harcamamak baş düşüncemdi. Ama buraya her dönüşte yaşamımı boşa harcamaktan başka bir şey yapmadığımı anlıyorum.

US-LULARA.. SAHNEYE ÇIKMADAN ÖNCE...

posted under by ocean
Kulis ve Prova Terbiyesi

Kulis terbiyesi... Prova esnasındaki kulis terbiyesi... Oyunun temsili esnasındaki kulis terbiyesi... Bir başka oyunun kulisindeyken, kulis terbiyesi... Şimdi bana, bu kadar çok ve çeşitli terbiye de ne oluyor deme ve dinle: Hepsinin ayrı ayrı özelliği vardır da, ondan. Gerçi terbiye terbiyedir ve yerine göre hepsi aynı kapıya çıkar ama, mekân tiyatroysa, bazı farklı hassasiyetler göstermek gerekebilir. Amaç başarılı bir oyunsa, her davranış ona yönelik olmalıdır.

Gelelim, prova terbiyesine... Prova benim için mesleğin en zevkli dönemidir. Aramak, bulmak, buldukça sevinmek, daha derinlemesine arayışlara yönelmek dönemidir. Sanatçı yaratıcılığının zevki provalarda çıkar. Tıpkı şaire ilham geldiği anlar gibi. Oynayacağın karakterin ipuçlarını prova esnasında araya deneye, yavaş yavaş bulmaya başlarsın. O karakteri bütünlemek için role hazırlandığın süre içinde, her provada yeni bir şeyler eklersin. Sabah, akşam, gece, sokakta, uyurken, uyanıkken, banyoda, her yerde, her zaman... Yok daha neler! Sen bana bakma. Abartıya başladım mı, sonu gelmez. Ama gene de, her abartının tortusunda gerçekler vardır. Yani, devamlı bir arayış içinde olman şart. Tiyatro bu yüzden kıskançtır. Seni senden ve çevrenden alır. Seni en iyi, yine bir tiyatrocu anlar; çünkü tiyatrocu milleti bir klan gibidir. Bir araya gelince konuşulan konu gene tiyatrodur.

Provaların tadı genel prova haftasına kadar sürer. Sonra öyle bir teknik keşmekeşin içine düşersin ki, kostümdü, dekordu, ışıktı, müzikti... Seni bu kaostan ancak zamanında çok sağlam prova yapmış, vaktini hiç israf etmeden değerlendirmiş, rolünü bütünlemiş olman çıkartır. Yani her yol, sıkı bir çalışma disiplininden geçer.

Sağlıklı bir prova, sakin bir kulis ister. Çok rahat bir prova kılığın olmalı. Bu önemli. Rahatlık getiren herşey çok önemli. Evindeki gibi rahat ve zinde olmalısın. Sahnedekileri tedirgin etmeden, sıranı beklemelisin. Herkesin birarada oturduğu o kafeteryadan, oyun dışı konuşmalardan, telefon zilleri, günlük gazete ve dedikodulardan aman uzak dur... Hepsi bir olur, seni provadan ederler.

Sonra, çok önemli bir başka durum var ki, bu kişinin huyuna, suyuna ve iradesine bağlı bir tutumdur: Unutma o ekiple, provalar dahil uzun bir süre, bir oyun süresi birlikte olacaksın. Yani aynı vagonda seyahat edeceksin. Günler ve geceler boyunca hep burun buruna, aynı çatı altında olacaksın. Geçinmek, geçimli olmak zorundasın. Pek çok şeyi paylaşmak zorundasın. Kaprisler, sürtüşmeler, kıskançlıklar... Zaten insanın günü gününe uymaz. Bu nedenle her zaman ölçülü ve dikkatli ve tetikte olmalısın. İnsan ilişkilerinin en zor sürdürüldüğü yerlerin başında tiyatro kulisleri gelir. İster istemez senli benli olabilirsin. Birlikte yiyip içer, birlikte oturup kalkar, birlikte düşünür ve didişip durursun. Ne kadar kontrollü olursan ol, sen de insansın yani... Bu yüzden, çoğu zaman beni üzen, hiç istemediğim kırgınlıklarım olmuştur. Ama geçer, hepsi geçer; yeter ki kulisin şamatası oyunu etkilemesin.

Sonuçta, dediğim gibi, prova kulisinde elinden geldiğince herkesten uzak durup, zamanı değerlendirmek gerekir. Evde kendi başına yaptığın çalışmaları değerlendiremezsen, hepsi boşa gider. Yani provada zaman, çok önemlidir. Ayrıca sakın unutma: Her ne kadar herkesten uzak dur, sakin sakin çalış diyorsam da, tiyatro bir birliktelik sanatıdır. Tiyatroda 'ben' değil 'biz' vardır. Dengesini bulmak, tamamen sana kalmıştır. Zor. İnan ki, çok zor. Üstelik tiyatronun manevi kazancı tamam da, maddi kazancı pek yoktur. Yani zengin etmez ama, aç da bırakmaz. Muhsin Hoca'nın insanın içini ürperten, son derece gerçekçi bir sözü vardır ve ne yazık ki haklıdır:

"Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin."

Eğer bu söylediklerim seni ürküttüyse, yol yakınken gel, vazgeç...

Oyun kulisi, son derece sessiz olmalıdır. Birbirine alışan oyunculardan ve teknik ekipten başka, yabancı bir yüz, bir renk ya da ses, şahsen beni oyun dışına iter; uyandırır. Hele de oyunun ilk gecesiyse... Oyun öncesi insan sinirli olur, gergin olur. Ayrıca 40 kere de oynasa, 140 kere de oynasa, durum pek değişmez. Her yeni seyirci aynı gerginliği ve titizliği ister. Son zil seni oyuna çağırınca, işin şakası yoktur.

Nedret GÜVENÇ-DİNLE BENİ İş Bankası Yayınları

top